Geçtiğimiz cumartesi birbiri ile çok yakın organik ilişkisi olan iki olay yaşadık. Birincisi Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarının açıklanması diğeri ise İşçi Partisi (İP), TGB, Aydınlık ve Ulusal Kanal yöneticilerine karşı yapılan baskınlar ve hukuksuz gözaltına almalardır.

Her iki olayın da sonuçları itibarıyla arkasında, 1923’de Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulan, Türk Devrimleri ile şekillenen, laik, demokratik, hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef alan ve rejim değişikliği peşinde koşan irade vardır.

Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi gayri hukuki ve uydurma davalarla sürdürülen tasfiye operasyonlarına ses çıkarmayan, hatta aldığı kararlarla önünü açan, generaline/amiraline, subayına, astsubayına ve askerine sahip çıkmayan, ulusal duyarlılıklarını tamamen kaybettiğine inanılan, ülkenin bölünme, parçalanma ve iç savaş sürecine doğru dörtnala gidişine yönelik bir fikri olamayan ve hatta yan yana oturduğu Şura üyesi arkadaşları için bile kişisel çıkarları için kılını kıpırdatmayan YAŞ, 2013 Ağustos kararları ile artık kendini imha etmiştir.

Allah bize savaş göstermesin

Söylerken bile üzülüyorum ama Türk Silahlı Kuvvetleri ve özellikle Türk Deniz Kuvvetleri ülkemizin güvenliği ve ulusal çıkarlarımız için savaşabilme yeteneğini kaybetmiştir. Bu durumda, hiç değilse bu dönemde “Allah bize savaş göstermesin” dileğinde veya duasında bulunmak yeterli değildir. Çünkü bir silahlı kuvvetlerin ülkesi için sağlayacağı en önemli hizmet caydırıcılıktır.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içine düşürüldüğü bu durum nedeniyle Türkiye, güvenliğine, bölünmez bütünlüğüne ve ulusal çıkarlarına yönelik tehditlere karşı caydırıcılığını kaybetmiştir. Güçlü bir silahlı kuvvetler için sayısal üstünlük, modern harp silah ve araçlarına sahip olmak şarttır ama yeterli değildir. Bugün Suudi Arabistan modern silahlara sahiptir ve İsrail’le kıyaslandığında sayısal olarak çok üstündür ama muhtemel bir savaşta Suudi Arabistan’ın İsrail karşısında şansı yoktur.

Bir silahlı kuvvetlerin en büyük gücü nitelikli komuta yapısı ve personel gücü ile bunların moral ve motivasyonudur. Türk Silahlı Kuvvetleri, açılımların önünü açabilmek için yapılan itibarsızlaştırma operasyonları ve gayri hukuki davalarla nitelikli personel gücünü kaybetmiş, kalanları sindirilmiş, moral ve motivasyonu tarihinde en düşük seviyeye inmiştir.

Caydırıcılık Budur!

1998’de zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, Suriye sınırında Reyhanlı’da Türkiye’nin sabrının taştığını, PKK’nın bitirilmesi için savaşın göze alındığına yönelik konuşma yapmış ve Suriye’yi açıkça tehdit etmiştir. Bu konuşma sonrasında Öcalan ve Suriye’de bulunan silahlı yapılanması bu ülkeden tasfiye edilmiştir.

1997’de Türkiye, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) tarafından Kıbrıs’a konuşlandırılmak istenen S-300 füzelerinin ülkesi açısından güvenlik sorunu yaratacağını öne sürerek direnç göstermiş ve Atina ile Lefkoşa’ya geri adım attırmıştır.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün! Her iki olayda da görüldüğü üzere, Türk Silahlı Kuvvetleri savaşmadan dahi Türkiye’nin güvenliğine yönelik hedeflerine ulaşmasını sağlamıştır. İşte caydırıcılık budur!

Sorumlusu Erdoğan liderliğinde AKP hükümetleridir.

Bugün geldiğimiz noktada, ekonomik olarak iflas etmiş Yunanistan ve GKRY bile Türkiye’ye meydan okumakta, Ege ve Akdeniz’de çıkarlarımızı yok saymaktadır. Ege’de adalarımız işgal altındadır. Uluslararası sularda Türk vatandaşlarını taşıyan gemilere saldırılmakta, vatandaşlarımız katledilmektedir. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri caydırıcılık gücünü tamamen kaybetmiştir. 1998’de silah kullanmadan hedefine ulaşan Türkiye, 2013 itibarıyla silah kullansa bile güvenlik hedeflerine ulaşamaz durumdadır. Bu durumun baş sorumlusu Erdoğan liderliğindeki AKP hükümetleridir.

Bu yazımı dün sabah çok erken kalkarak yazdım ve sonrasında Silivri’ye gitmek için yola çıktım. Yazımı yazarken Silivri’de neler olacağını bilmiyordum ama neler olabileceğini kestirebiliyordum.

Silivri’de cinayet işlenecek

En yetkili hukuki ağızların söylediği gibi Silivri mahkemeleri gayri hukukidir ve bunlar mahkeme değildir. Tutuklu yakınlarının ve halkın Silivri’ye gelmesini ve mahkemeyi izlemesini istemiyorlar. Çünkü Ergenekon davası ile yargılananlara en yüksek sınırlardan hüküm verecekler, daha doğrusu cinayet işleyecekler. Bilinmeli ki, bu cinayet hüküm verileceklerin şahsında Türk halkına ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı işlenecektir.

Cinayete Silivri’de tanıklık edecek insanların büyük bir halk hareketini başlatmasından korkuyorlar. Bu nedenle kalabalıkların Silivri’de toplanmasını engellemek için her türlü faşist baskılar ve kanunsuz gözaltılar uyguluyorlar. Şiddet daima şiddeti doğurur. Erdoğan liderliğinde AKP iktidarının bu ülkeye kan, kin, gözyaşı, bölünme ve iç savaştan başka verecek bir şeyi kalmamış ve meşruiyetini yitirmiştir.

Saygılar sunarım.

Loading

Sosyal Medyada Paylaşın...