Geçen gün sosyal medyada “Balyoz Davası Mağdurları” başlıklı bir açıklama yayınlandı. Daha sonra Hürriyet Gazetesi’nden Yalçın Bayer “İhanet Cezalandırılmalı” adlı köşe yazısında bu açıklamayı köşesine taşıdı. Açıklamada en çok dikkati çeken şey; zor dönemden geçerken haksızlıklara ve hukuksuzluklara karşı çıkan ve Balyoz mağdurlarına destek veren şahıs ve kurumlara isimleri verilerek teşekkür edilmesiydi.

Bu teşekkür ifadelerinin içinde ne yazık ki, derin bir vefasızlık söz konusuydu. Halbuki mağdurların başından itibaren en çok şikayet ettikleri konu kendilerine sahip çıkılmadığı ve vefalı davranılmadığı idi. Hal böyle olmasına rağmen bu açıklama ile kendilerine kimsenin sahip çıkmadığı ve vefalı davranmadığı bir dönemde sahip çıkan ve vefalı olanlara karşı vefasızlığın en büyüğü yapılmıştı.

“Fazla tevazu kibirdendir” derler. İşte bu nedenle fazla tevazu göstermeden söylemek isteriz ki; halihazırda okumakta olduğunuz satırların yazarı Türker Ertürk bu zor dönemde hem üniformalıyken hem de istifa ettikten sonra sivil yaşamda ve mücadele etmenin en tehlikeli olduğu dönemde ailesini bile hiçe sayarak onlara en büyük desteği vermişti.

2010’da istifa ederken yaptığımız veda konuşmasında “yaşadıklarımı kitaplaştıracağım” demiştik. Ama bugüne kadar yazmadık ve hep öteledik. Çünkü insan ister istemez bir dönemi aktarırken ne kadar nesnel olmaya çalışırsa çalışsın kendisini merkeze koyarak anlatıyor, kirli çamaşırları ortaya döküyor ve sonunda kişiler değil en çok zararı kurum görüyordu. Ülkemiz çok zor dönemden geçiyordu, bu nedenle Türk Silahlı Kuvvetleri daha fazla yıpratılmamalıydı. En azından yıpratan ben olmamalıydım. İşte bu nedenle yazmadım. Ayrıca o dönemi anlatırken mücadele etmediğini ve dik durmadığını söyleyeceğim insanların ve komutanların bazıları hapse atılmıştı. Bunu nasıl yazabilirdim!

Teşekkür listesine baktım hepsi çok değerli isimler. Ama hiçbiri biz mücadele ederken, Balyoz kumpasını televizyonlarda, radyolarda, salonlarda, meydanlarda, gazete köşelerinde ve internet sitelerinde anlatırken ve yazarken ortada yoktu. Çünkü henüz görevlerini bırakmamışlardı.

Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği, artık bunu söylemenin kolay olduğu kumpası ve paralel yapıyı biz 5 yıl önce söylemeye başladık. O zamanlar bunu görmek ve söylemek biraz feraset, biraz da cesaret istiyordu.

Kumpasın arkasında üçlü yapı olduğunu bunların ABD, Erdoğan liderliğinde AKP ve Cemaat’ten müteşekkil olduğunu ta başından beri anlattık ve yazdık. Bunları yaptığımız için Erdoğan ve Cemaati’in düşmanlığını kazandık. Balyoz mağdurlarını savunmak için Sessiz Çığlık eylemlerine katıldık ve konuşmalar yaptık. Tekirdağ’da katıldığımız Sessiz Çığlık eyleminde yaptığımız konuşma nedeniyle Erdoğan’a hakaretten 11 ay 20 gün hapis cezası aldık.

Pensilvanya’da Cemaati’in lideri Fettullah Gülen’in kapısına dayandık ve eylem yaptık. Kapısının önünde “silah arkadaşlarımızın hesabını sormaya geldik” diye kalabalıklara konuşma yaptık ve Amerikan basınına demeç verdik. ABD’de birçok kentte panellere katıldık, konferanslar verdik ve Balyoz’un ne olup ne olmadığını ve bunda Cemaat’in rolünü izah ettik. O zaman Beşiktaş’ta bulunan Özel Yetkili Mahkeme’de subaylara kumpası kuranın Fettullah Gülen olduğunu ifade ettik ve zapta geçirttik. Bu yüzden Cemmat’in ve Gülen’in husumetini üzerimize çektik ve bize “Amiral Türker Ertürk Suriye’deki teröristlerle işbirliği yapıyor” diye kumpas kurdular ve savcılara medyaları vasıtası ile hedef gösterdiler.

Yukarıda okuduklarınız yaptıklarımızın sadece bir bölümüydü. Eğer bunlar yalan değilse teşekkür mektubunun en başında biz yer almalıydık. Diğer taraftan TGB’nin, Ulusal Kanal’ın ve İP’nin bu zor dönemde yaptıkları ve verdiği destek görmezden gelinebilir miydi? Ya Hıdır Hokka ve Silivri Çadırı! O zaman art niyet ve husumet var! Teşekkür mektubunu kim kaleme aldı, niçin bizi görmezden geldi, vefasızlık etti ve hesabı neydi? Konularını haftaya yazacağız.

Hasan Ataman Yıldırım’ın “Buzdağının Altı Amerika” kitabını okumanızı tavsiye ediyorum. İyi hafta sonları diler saygılar sunarım.

Loading

Sosyal Medyada Paylaşın...