Biliyorsunuz, 9 Ağustos 2010 tarihinde, 31 yıldır severek, büyük bir onurla hizmet etmeye çalıştığım mesleğimden, istifa ederek ayrılmak zorunda kalmıştım. Bu benim; Yüksek Askeri Şura (YAŞ) sonuçlarına kızarak, bir günde aldığım bir karar değildi. YAŞ sonuçları, benim istifa kararı almamda sadece bardağı taşıran damla etkisi yapmıştı.

Niçin bu kararı verdim?

Çünkü ülkemiz çok zor bir dönemden geçiyordu. Yapılmak istenen çok açıktı. Emperyalizm; yerli işbirlikçilerle beraber hazırlayıp uygulamaya koyduğu Gülsuyu Darbesi ile karşı devrim gerçekleştirilecek ve Türkiye, Ilımlı İslam Devletine dönüştürülecekti. Fakat Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesi, laik, üniter ve parlamenter yapısı buna engeldi.

O zaman yapılması gereken, Türkiye Cumhuriyetinin başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere kurumlarına ve değerlerine saldırmak, onları aşağılamak, yok etmek ve daha sonra devleti yeniden yapılandırmaktı.

 

Gülsuyu darbesi üç safhada icra edilmekteydi;

Safha 1; Kurumları itibarsızlaştırma ve değersizleştirme,

Safha 2; Kurumları etkisizleştirme, bu safha iki adımda yapılacaktı:

  • Önce Türk Halkının gönlünde ve kalbinde,
  • Daha sonra yasa, yönetmelik ve düzenlemelerle,

Safha 3; Devletin dönüştürülerek yeniden yapılanması ve karşı devrimin tamamlanması. Bu yolda, her şey mübahtı.

İşte ben, Ağustos 2008’de, Deniz Harp Okulu komutanı olarak göreve başladığımda, safha1 tüm şiddeti ile devam ediyordu. İki yıl boyunca böyle bir ortamda görev yapmanın bilinci ile; bir elimde kılıç, bir elimde kalemle savaştım. Bu süre içinde; onurlu bir duruş sergileyerek, safha1’in saldırı yöntemleri olan imzasız ihbar mektuplarına, elektronik postalara ve kanıtı olmayan karalama ve iftiralara işlem yapmadım , bu saldırılara alet olmadım. Aklı devşirilerek köstebek olarak içimize sokulanlar ve satılmışlar hariç olmak üzere, benimle çalışanlar bilirler ve şahittirler; hiçbir personelimi, askerimi, öğrencimi, subayımı ve astsubayımı satmadım, yem etmedim, suçlulukları ispat edilene kadar onlara inandım, arka çıktım ve destekledim.

Tabii ki, böyle davranan sadece ben değildim. Benden daha iyi mücadele veren komutanlar da vardı. Fakat, topyekün böyle bir görüntü verilemedi, iyi dayanışma gösterilemedi, bu mücadeleyi iyi veren komutanlara sahip çıkılamadığı gibi, kanıtsız ihbarlara işlem yapılarak ve yapılmasını isteyerek dayanışma ve güven sarsıldı, hatta ben dahil bazıları da dost ateşine maruz kaldı.

En tepede geç algılanmakla birlikte sadece “Asimetrik Psikolojik Savaş” olduğunu defalarca söylemek, yarar getirmemiştir. Mademki bizler savaşçıydık, mademki karşımızda ateşli silahlar değil psikolojik silahlar vardı, buna uygun olarak en tepeden sevk ve idare edilerek savaşmalıydık.

İstifa etmekle doğru mu karar vermiştim?

Ben istifa ederek, hem küçüklerime hem de büyüklerime mesaj vermek istemiştim; “Ülkemizin çıkarlarının şahsi çıkarlardan daha önemli olduğu.”

Bir bürokratın, istifasıyla bile ülkesine hizmet edebileceğini.

Biliyorsunuz, Genel Kurmay Eski Başkanımız Orgeneral Necip Torumtay, Turgut Bey’in körfez krizinde bir koyup beş alma şeklinde özetlenebilecek ülkemizin çıkarları, güvenliği ve geleceğini kumar masasına koyma politikasını, istifa ederek engellemişti.

Gerçekten, istifa ettikten ve istifa konuşmamın basında yer almasından sonra, asla tahmin edemeyeceğim bir ilgiye, takdire ve teveccühe mazhar olmuştum. Yurdun her köşesinden, çeşitli vasıtalarla arandım ve kutlandım. Ülke dışından; Kıbrıs, Azerbaycan, Makedonya, İngiltere ve ABD’de yaşayan Türk Toplumunun temsilcilerinden, Türk Silahlı Kuvvetlerinin her rütbesindeki askerinden ve emeklisinden destek ve takdir aldım. Bügün bile beni görüp yanıma gelen, benden küçük olmadığı halde elimi öpmeye kalkan, canı yürekten sarılan , gözleri ışıldayan o kadar çok general, amiral, subay ve astsubayla karşılaşıyorum ki, tahmin edemezsiniz.

Bu arada, azda olsa terfi beklentisi içinde olup benden kaçmaya ve karşılaşmamaya çalışan, elimi sıkarken eli titreyenler olduğunu da söyleyebilirim.

Gelelim yazımın başlığına.

İstifa haberim ulusal basında çıktıkça, çok büyük destekler aldığım gibi, bazı eleştiriler de alıyordum. Bunların büyük bölümü iyi niyetli, bir bölümü ise kötü niyetli ve özellikle malum merkezden yönlendirilen, militan eleştiriler ve yorumlardı.Bunlardan içerik olarak bilgisizlik, tarihi derinlikten yoksunluk ve ülkemizin kafaca bölünmüşlüğüne örnek birini sizle kısaca paylaşmak istiyorum.

Şöyle yazmış değerli kardeşim, benimle ilgili ulusal basında çıkan bir haberin altına yorum olarak “Allah kimseye Müslüman ismine sahip olmadan ölmeyi nasip etmesin”. Bilmem katılır mısınız, ülkemizde bu şekilde düşünen ve düşünmesi istenen azımsanmayacak bir militan grup yaratılmış. Demek istiyorlarki, mademki Müslüman ismine sahip değilsin, o zaman Müslüman da değilsin.

Bundan tam 35 yıl önce yaşadığım bir olayı anlatarak, buna cevap vermek istiyorum.

Bahriye Mektebinde talebeyim, sınıfımızda Arap öğrenciler de var. Ortak kültür üzerine yaptığımız bir sohbet sırasında, “Neden Türkçe’de çok fazla miktarda Arapça kelime ve özel isim var?” sorusuna, “ortak dinimiz ve aynı zamanda kültürümüzün bir parçası olan İslam” cevabı vermiştim.

Bu cevap, tüm Arap öğrenciler tarafından, “Abdullah, Ahmet ve Hasan gibi isimlerin Müslüman ismi değil Arap ismi olduğu ve Arap kültürünün bir ürünü olduğu” şeklinde red edilmişti. O gün için, gerçekten şok olmuştum. Ama peşini bırakmadım, bu konuda çok okudum ve öğrenmeye çalıştım.

Arap öğrencilerin dediği, büyük oranda doğruydu. Bu isimler, Arapların İslamiyet öncesi pagan (Totemci) kültürünün bir ürünüydü. Çünkü bu isimler, İslamiyetten yüzyılarca öncede kullanılıyordu. İslamiyet gelince, bu isimler zaman içinde İslami kültürün bir parçası oldular.

Benim bilgisiz ve cahil kardeşim, Abdullah’a layık gördüğünü, bana yani Türker’e layık görmüyordu. Biliyorsunuz adlandırma, anlamlandırmadır. Rahmetli dedem ailemizi, rahmetli babam da beni Türk ve Asker olmakla anlamlandırdı. Öncelikle bundan dolayı onur duyduğumu belirtmek isterim.

Düşünün bir kere; Türkler İslamiyeti kabul etmeselerdi, bugün Balkanlarda, Kafkasyada, Rusya steplerinde, Orta Asyada, Hindistan alt kıtasında ve Anadolu’da Müslümanlık olurmuydu? Hatta diyorum, Haçlı saferleri ve diğer Hristiyan koalisyonlarla, sanırım Müslümanlığı İberik Yarımadasından tahliye ettikleri gibi, Arabistan çöllerine geri atarlardı.

Değerli kardeşim ve onun gibi düşünen diğer kardeşlerim; Türker, İlker, Deniz, Soner, Atilla, Timur, Cengiz gibi adları olan kardeşleri hakkında yapılan bu hizmetin hatırana bir değişiklik yapar, bizleride Müslüman kabul ederler mi?

Gelelim tekrar güncele;

Eğer merak ederseniz; “Şu anda Gülsuyu Darbesinin neresindeyiz” diye? Cevap; Safha 2’nin sonundayız. Seçimlerden sonra, tüm hızıyla, Safha 3 icra edilecektir.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin en tepesindeki yönetim piramidinin, bu itibarsızlaştırma içerikli psikolojik savaşı iyi yönetemediği ve sınıfta kaldığı, sadece benim fikrim değil. İstifa edeli beş ay oldu. Bu süre içinde vaktimi; yazı yazarak, konferaslar vererek, siyasetle uğraşarak ve çok fazla miktarda insanla temas ederek geçiriyor, onların değerlendirmelerini öğreniyorum.

Eğitimli ve öğretimli kesimin ezici bir çoğunluğu tehlikenin farkında ama, asla kimse tehlikenin darbe ile engellenmesini istemiyor. Biliyorlar ki, darbe sorunlarımızı daha karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hale getiriyor ve gerekçesi olan tehlikeyi daha da büyütüyor. Herkes, yarım yamalak da olsa demokrasi ile acı çekerek ve paylaşarak, yani zor da olsa demokratik yöntemlerle, tehlikenin bertaraf edilmesinden yana.

Esas sorunumuz; yeterince eğitim ve öğretimden nasiplendirmediğimiz ve oyu dini söylemler ve kısa vadeli ekonomik çıkarlarla çalınan kardeşlerimiz. Bakın, Yargıtay Eski Başkanı Sayın Sami Selçuk referandum için ne diyor;

“Neye oy verdiğini bilmeyenlerin verdiği oylarla bu sonuç alındı”

Tehlikenin farkında iseniz; demokratik sürece katılın, tatile gitmeyin, oy kullanın, neye oy verdiğini bilmeyenleri aydınlatın ve bilinçlendirin. Az zaman kaldı, çalışmaya başlayın. Zamanınızı evde oturarak, dizi seyrederek, maç muhabbeti yaparak ve birbirinizi yiyerek geçirmeyin.

Uygar, çağdaş, demokrat bir Türkiye dileklerimle,

Saygılar sunarım.

Türker Ertürk

Loading

Sosyal Medyada Paylaşın...