Anımsarsınız geçen yıl yandaş basında ‘’ Cumhuriyet tarihinin en büyük casusluk, fuhuş ve şantaj çetesi ‘’ yakalandı diye haber çıkmıştı. Bu sözde çete üyelerinin evlerinde baskın şeklinde aramalar yapıldı ve ardından birçok denizci tutuklandı. O gün tutuklanan denizciler bugün itibarıyla 14 aydır özgürlüklerinden mahrum olarak Hasdal’da esaret altında bulunmaktadırlar.

Geçen hafta cuma ( 16 Aralık 2011 ) günü ise Beşiktaş Adliyesi’ndeki 11. Ağır Ceza Mahkemesinde bu askerlerin kamuoyunda ‘’ Askeri Casusluk ve Şantaj ‘’ olarak bilinen davalarının 9. Duruşması vardı. Bu 13’ü tutuklu 56 sanıklı duruşmaya bende katıldım. Çünkü bu davada müşteki ( suçtan zarar gören şikayetçi ) sıfatıyla da olsa bir şekilde adım geçmekteydi.

Duruşmanın başlaması ile birlikte mahkeme başkanı tarafından ilk söz müşteki olarak bana verildi. Bende özetle ‘’ Burada sanık sandalyesinde oturan askerlerden şikayetçi değilim. Ben Türk Silahlı Kuvvetlerini itibarsızlaştırmak ve onun Türk Ulusunun gönlünde haklı olarak kurduğu güvenirliliği yok etmek maksadıyla bu askerleri kurban seçen ve onların üstünden bu operasyonu tezgahlayanlardan şikayetçiyim. ‘’ dedim.

Daha sonra mahkeme başkanının, sanık avukatlarının ve sanıkların uzman kişiliğimden de faydalanarak davayı aydınlatmaya yönelik sorularına cevap vermeye çalıştım. Duruşma sabah başladı kısa süreli dinlenme araları haricinde akşam geç saatlere kadar sürdü. Esasında benim işim öğlen arası verildiğinde bitmişti. Öğleden sonraki duruşmaya katılmayabilirdim. Fakat sanıkların bazıları emrimde çalışmıştı, bazıları öğrencimdi ama her şeyden önemlisi denizcilerin hepsi benim silah arkadaşlarımdı. Aileleri gözlerimin içine bakıyorlardı. Bu nedenle çekip gitmek sanırım onursuz ve vefasız bir yaklaşım olurdu. Bu nedenle bende akşam geç saatlere kadar mahkemede olup biteni can kulağı ile izlemek ve bu dava hakkında kesin kanaat sahibi olmak istedim.

İlk büyük tespitim. Bu mahkemede ‘’ Masumiyet karinesi ‘’ yani ‘’ Suçsuzluk ilkesinin ‘’ olmadığıdır. Bu evrensel hukuk kuralına göre, bir kişinin masum olduğunun kanıtlanmasına gerek yoktur. Kişinin suçluluğunun kanıtlanmamış olması yeterlidir. Halbuki durum burada farklı şekilde cereyan ediyordu. Sanıklar suçsuz olduklarını, evlerindeki bulunan kanıt diye öne sürülenlerin dijital terör unsuru uydurma belgeler olduğunu ve ‘’ kes yapıştır ‘’ prensibi ile üretildiğini, sözde deliller arasındaki çelişkiyi, aramalardaki kanun dışılığı ile gizemi ve komplonun ipuçlarını çok güzel anlattılar. Sözde ‘’ kanıtları ‘’ bir bir çürüttüler. Avukatların müvekkillerinin savunmalarına katkısı da mükemmeldi. Özellikle avukat Celal Ülgen’in ‘’ artık sözün bittiği yerdeyiz ‘’ derken, ‘’ Tüm aleyhte kanıtlarınızı çürüttük, uydurma belgeler olduğunu ispat ettik ve hukuki olarak her şeyi yaptık, daha ne istiyorsunuz? ‘’ demek istiyordu.

Bakınız bu ‘’ Casusluk, fuhuş ve şantaj çetesi ’’ işinin nasıl kurgu olduğuna küçük bir örnek; 4 Ağustos 2010 tarihinde şu anda tutuklu sanık Dz.Ütğm Burak Çetin’in bekar evinde özel bir CD bulunuyor ve el konuyor. Bu CD üzerinde yapılan incelemede ‘’ içinde şifreli özel bir dosya olduğu henüz açılamadığı ve üzerinde çalışıldığı ‘’ İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından 22 Ekim 2010 tarihinde mahkemeye bildiriliyor. Sıkı durun sakın yere düşmeyin!

Yeni Şafak Gazetesi daha önce 11 Eylül 2010 tarihinde ‘’ Uzun ufuklar fuhuş çetesinde ‘’ başlığı altında ‘’ Asker, polis ve bürokratları hedef alan fuhuş çetesine yapılan baskınlarda TSK’ya ait stratejik önem taşıyan gizli belgeler ortaya çıktı ‘’ diyen haberi yapmış bile. Bu haberin devamında anlatmışta da anlatmış ve sonunda bu belgeler çetenin arşivcisi Teğmen B.Ç.’nin evinden çıktı demiş. Bu Emniyetin açamadığı üzerinde çalıştığı CD, Yeni Şafak açmış yani. Ne diyorsunuz? DÜM ( Delil Üretim Merkezi ) bir kopya eve, bir kopya yandaş basına mı servis ediyor?

Ben ise bu örneklerden onlarcasını nefes almadan dinliyor, izliyor ve aynı zamanda salonda bulunan istisnasız herkesin yüz ifadelerini ve arkasında saklamış olabileceği gerçeği anlamaya çalışıyordum. Artık duruşmanın sonuna yaklaşmıştık. Ben de duygudaşlık ( empati ) yaparak kendimi mahkeme heyetinin yerine koydum ve sonunda kararımı verdim. ‘’ Halen 13 tutuklu tahliye edilecek ve bunun bir komplo olduğu şüphesi ile geniş çaplı soruşturma açılacak ‘’ Doğal olarak bu yaptığım zihinsel bir faaliyetti. Kimse beni bundan alıkoyamazdı. Çünkü ben varım ve düşünüyorum, sizin hakkımda ki niyetiniz ne olursa olsun.

Mahkemenin kararı ise yine beklendiği gibiydi. Sadece 2 tahliye, bir astsubay ile TUBİTAK’tan bir sivil mühendis. Sonuçta aileler yine yasa boğuldu ve adalete olan inançları kayboldu.

Ne yazık değil mi? Çağdaş, yurtsever ve bilim egemen kafalı denizciler enerjilerini, akıllarını ve yeteneklerini ‘’ Kendi gemini kendin yap ‘’ ideali için ülke çıkarlarına odaklamış ve bunu Heybeliada Korveti ile somutlaştırmışlar. Diğer malum kesim ise yeteneklerini emperyalizmin emrinde, Türkiye Cumhuriyetine karşı sivil darbeyi gerçekleştirmek için denizcilere, askerlere, aydınlara, bilim adamlarına ve vatansever siyasetçilere karşı yapılacak operasyonlarda ‘’Kendi delilini kendin yarat ‘’ alçaklığı ile çalışmalarını ikmal etmektedirler.

Ülkemiz için demokrasi, hukuk ve adalet beklentisi ile esenlikler dilerim.

Türker Ertürk

Loading

Sosyal Medyada Paylaşın...