Geçen hafta, Genç Türkler Kulübü’nün davetlisi olarak, Londra’daydım. Londra; benim 2000-2003 yılları arasında, Silahlı Kuvvetler ve Deniz Askeri Ataşesi olarak görev yaptığım şehirdi. Bu görev yeri; benim mesleki gelişimime, bilgi ve deneyim birikimim ile dünya siyasetini daha iyi anlamama ve analiz edebilme yeteneğimin gelişimine olumlu yönde büyük katkı yapmıştır.

Görev sürem içinde; 11 Eylül 2001 saldırısı, bu saldırı üzerine ABD Başkanı George Bush’un ifadesi ile Afganistan’a yapılan haçlı seferi ve 20 Mart 2003’de ABD ve İngiltere liderliğinde oluşturulan Çok Uluslu Koalisyon Kuvvetleri’nin Irak’ı istilası, Türkiye’nin bu konulara yaklaşımları, katılımı ve ülkem adına bazı önemli toplantılara iştirakim, yaşadıklarımın sadece bazılarıydı.

Yine bu süre içinde; İngiltere’de ve özellikle Londra’da yaşayan Türk Toplumu ve Temsilcileri ile de çok iyi ilişkiler geliştirmiştim. Halbuki; askerlerden amirleri tarafından gerekli olmasına rağmen, böyle görevler beklenmez ve onlarda çoğunlukla böyle ilişkiler pek geliştirmezler.

Bu davet, esasında benim 7,5 yıl sonra tekrar Londra’ya gitmeme vesile olmuştu. Davetin esas amacı; benim 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitleri Anma Günü münasebeti ile Portsmouth Türk Deniz Şehitliğinde yapılacak törene ve 19 Mart günü Birkbeck Üniversitesinde yapılacak konferansa konuşmacı olarak katılımımı sağlamaktı.

Ben de bu daveti, büyük bir zevk ve istekle kabul ettim. Amacım; görevim sırasında çok emek verdiğim 161 yıllık tarihi olan şehitliğimizin son durumunu görmek ve bir asker, bir denizci, bir bürokrat ve ulusal kimliğinden her zaman büyük bir onur ve gurur duyan bir Türk Yurttaşı olarak, son yıllarda yaşadıklarımı ve yaşadıklarımızı Londra’da yaşayan Türk Toplumu Temsilcilerine ilk ağızdan anlatmaktı.

Neler mi anlattım onlara?

Ülkemizdeki ileri demokrasiyi, İngiltere’yi bile yaya bıraktığımızı, polis devletini ve yürütülmekte olan Gülsuyu Darbesini, 12 Eylül dönemine rahmet okutan ve onu çok çok geride bırakan faşist uygulamaları, özel hayatın gizliliği kavramının yok edildiğini, hukukun siyasallaştığını, istenmeyen hakim ve savcıların başına felaketler geldiğini, teröristlerin korunduğunu fakat kahramanların zindanlarda çürütüldüğünü, muhaliflerin ve yandaş olmayan gazetecilerin tutuklandığını, kahraman Türk Silahlı kuvvetlerinin tasfiye edildiğini, sindirildiğini ve dönüştürülmeye çalışıldığını, din istismarının had safhada olduğunu ve laikliğin yok edildiğini, sinmeyenlerin ve tasfiye edilmek istenenlerin bilgisayarlarına, telefonlarına, evlerine ve iş yerlerine sahte delil atıldığını, AKP’nin iktidarda kaldığı her dakika ülkemize onanmaz zararlar verdiğini, Büyük Ortadoğu Projesini, Ilımlı İslam’ı, Renkli Devrimleri ve halen Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da uygulanmakta olan “Deve Darbeleri”nin ne olup ne olmadığını, anlattım.

Sordular bana; “Bunları kim yapıyor, emperyalizmin ülkemiz içindeki işbirlikçileri ve tetikçileri kimlerdir?” diye.

Bende;

  • ABD’de ki Kutsal topraklarda konuşlanmış
  • Devletin içinde yuvalanmış
  • CIA eşgüdümünde çeteleşmiş
  • Kutsal duygulardan nasibini almamış, şerefsizlerin ve ahlaksızların yaptıklarını anlattım onlara.

Tabii ki Londra’da, bazı gözlemlerim de oldu. Burada yaşayan yurttaşlarımızı ve soydaşlarımızı rahatsız ediyorlar. Türk derneklerini, para ve devlet gücüyle ele geçirmeye çalışıyorlar. Biliyorsunuz; para kasaları Londra’da yaşıyor. Hani anımsarsınız, çocuklarını okutarak hayır ve hasenat yapan vardı ya.

Konferansım öncesinde, duyarlı bir bayan yurttaşımız Kültür ve Turizm Bakanlığımız tarafından hazırlanmış, İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinde dağıtılan Çanakkale Broşürünü bana getirerek, bazı konularda benim dikkatimi çekti. Kendisine teşekkür ediyor bir bölümünü sizinle paylaşmak istiyorum.

Broşür iyi hazırlanmamıştı. Tarihi derinlikten ve bilgi birikiminden gerçekten yoksun bir alt yapı ile hazırlandığı, ilk bakışta belli oluyordu. Kötü niyetli olduğu ise, cabasıydı.

Bakın, koskoca broşürde Çanakkale Zaferi ile ilgili bölüm, sadece 2,5 satır. Normal A-4 sayfa ölçüleri ile ise, 1,5 satır bile olmuyor.

Ne diyor Çanakkale zaferi için; “1915 yılında, Türk Ordusunun Komutanı Mustafa Kemal, İtilaf devletlerinin yöreden çıkmasına öncülük etmiştir.”

Nerede bu eşsiz komutanın rütbesi, nerede Anafartalar Kahramanlığı? Sanırsınız ki “Mustafa Kemal” avukattır. İtilaf Devletlerini, yaptığı hukuk mücadelesi ile yöreden tahliye ettirmiştir. Bu durum en hafifi ile “aymazlık, kötü niyetli ve hıyanet içinde olmak” olarak nitelendirilebilir. Bakınız, Anafartalar Kahramanını Çanakkale Zaferinden dışlamak; boşa, kötü niyetli ve ahlaksızca bir gayretkeşliktir. Askerlik bir bilimdir ve akıl işidir.

Evliyalar ve enbiyalar ile asla savaş kazanılamaz.

Nereden aklıma geldi bilemiyorum ama, size çok kısa olarak döneklikten bahsetmek isterim.

Osmanlı’da bile, gerek komutan olarak savaşlarda, gerekse yönetici olarak, Hristiyan halka en kötü davranan ve eziyet edenler kimlerdi biliyor musunuz?

Dönekler!

Bunlar; yeni döndükleri yere yeterince yaranabilmek için, dönmeden beraber olduklarına acımasızca saldırırlar, yok etmeye çalışırlar ve nereden saldıracaklarını da iyi bilirler.

Son olarak; bana en çok sorulan sorulardan birisi ile yazımı kapatmak istiyorum. Kıbrıslısı ve Türkiyelisi ile İngiltere’de yaşayan Türkler, bana şunu sordular: “Şarap, huri ve gılman beklentisi ile motive edilmiş imamın şerefsiz, onursuz, kutsal İslami duygulardan yoksun ve emperyalist işbirlikçisi askerleri nasıl olur da Kemal’in Askerlerini bu duruma düşürebilir?”

Dilimin döndüğünce, bunun dış ve iç dinamiklerini anlatmaya çalıştım. Ayrıca; askerliğin gerektiğinde “…Vatan, Cumhuriyet ve vazife uğrunda…” ölümü göze alabilme ve şehit olabilme mesleği olmasına rağmen, ne yazık ki aramızda ülkemizin çıkarları için istifayı bile göze alamayanların ve dik duramayanların olduğunu, hatta bunların yıllarca aramızda kaynayarak en tepelere bile tırmandığını ve bu yüzden bu felaketlerin başımıza geldiğini izah etmeye çalıştım. Fakat yine de; “Umutsuz olmamalarını, asla karanlığın aydınlığı galebe çalamayacağını” belirttim.

Onlara; demokratik sürece katılmalarını, çevrelerini tehlike konusunda uyarmalarını, aydınlatmalarını ve 12 Haziran seçimlerinde oy kullanmalarını salık verdim. Muhalefet için en büyük projenin, ülkemizi kalbura çeviren AKP İktidarından kurtarmak olduğunu, bundan daha hayırlı bir hizmet olamayacağını söylemeye çalıştım.

Biliyorsunuz; gazeteci Ahmet Şık’ın basılmamış kitabını sildiler, imha ettiler ve yok ettiler. İşte geldiğimiz ileri demokrasi budur. Bu kitabı okumak için yanıp tutuşuyorum. Yaptıkları yeterli değil, tekrar yazabilir. Bence kafasına “kurşun sıkın”, çünkü o düşünüyor ve sorguluyor. Biliyorsunuz, böyle kafalara zararlı fikirler üşüşür.

Düşüncenin suç olmadığı, hakça paylaşımın olduğu ve özgürlüğün geniş halk yığınları tarafından iliklerine kadar hissedilerek yaşanabildiği bir ülke yaratabilmek dileği ile,

Saygılar sunarım.

Türker Ertürk

Loading

Sosyal Medyada Paylaşın...