Mustafa Balbay, yaklaşık beş yıl zindanda tutulduktan sonra ansızın serbest bırakıldı. İçeri atılması ve Ergenekon adında bir dava ile yargılanması, bir hukuk operasyonuydu. Bu operasyon; emperyalizmin yerli işbirlikçileri vasıtası ile, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı sürdürdüğü savaşın bir bölümünü teşkil ediyordu.

Şimdi Mustafa Balbay ansızın tahliye edildi. Çok sevinçliyiz, evet ama yetmez. Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi davalardan zindanlarda yatan tüm insanlarımız tahliye olmadan ve onlara bu tertibi yapanlar yargılanmadan, sular durulmayacak ve durulmamalı da! Türkiye bu hukuksuzlukla ve adaletsizlikle ileriye gidemez, insan içine çıkamaz ve geleceğine güvenle bakamaz.

Mustafa Balbay’ı yurtseverliğiyle, satılmış kalem olmamasıyla ve nitelikli yazılarıyla tanıdım. Kişisel temasım ise sadece izlediğim Ergenekon davalarından birinde, mahkeme salonunda uzaktan uzağa konuşarak oldu. Dile kolay; tam beş yıl içeride ailesinden, sevdiklerinden uzakta ve özgürlüğünden yoksun olarak yaşadı. Hem de teröristlerin, ihanet içinde olanların ve namussuzların elini kolunu sallayarak yaşadığı bir Türkiye’de! Bunun hesabı mutlaka verilmeli!

Bugün geldiğimiz noktada, ne yazık ki ülkemizde yargıya güven yoktur. Bu nedenle Mustafa Balbay’ın tahliye edilmesinde bile, müteakip hamle için bir operasyon kokusu almaktayım. Bunu hep birlikte göreceğiz.

Kadına dayağı normalleştiren

Geçtiğimiz Perşembe günü “Muhafazakarlaşan Türkiye” konulu panel için Sayın Zekeriya Beyaz’la birlikte, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Atatürkçü Düşünce Topluluğu’nun davetlisiydik. Panelin yapılacağı amfi ağzına kadar doluydu. Öğrencilerin gösterdikleri ilgi, katlım, heyecan ve sordukları sorular, her türlü takdirin üzerindeydi. Görmeliydiniz! Bu İzmir’in toprağında, galiba bir şey var!

Türkiye esasında muhafazakarlaşmıyor. Hızla bağnazlaşıyor, ilahi mesajı doğru anlamaktan uzaklaşıyor, Atatürk önderliğinde yapılan Aydınlanma Devrimlerinin kazanımları yok ediliyor ve Ortaçağ karanlığına doğru dörtnala gidiyor. Açıkça söylemek gerekirse bugün; Milli Eğitim Bakanlığı Ortaçağ karanlığının temsilcileri tarafından yönetiliyor.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın dağıttığı kitapların birçoğu hurafelerle ve toplumu birbirine düşman edici safsatalarla dolu. Kadını böcek gibi gören, onu ötekileştiren, kadına dayağı normalleştiren, aklı ve bilimi dolaylı olarak yok sayan bakış açısı, bu öğretinin temel yaklaşımı.

Gerçekten Erdoğan liderliğindeki AKP Hükümetleri, ülkemize karşı ihanette sınır tanımamaktadır. Bu sınır tanımazlık içinde, Davutoğlu’nun özel bir yeri ve makamı var. Biz İzmir’de iken o da Erivan’a gitti.

ABD batıdan bastırıyor ve “Ermenistan ile ilişkilerinizi geliştirin ve kapıyı açın” diyor. Ermenistan da “Önce sözde soykırımı tanıyın, sonra arkasından gelecek tazminat ve toprak taleplerimizi karşılayın” diyor. Erdoğan liderliğinde AKP İktidarı, bu iki talep arasında sıkışmış durumdadır. Esasında kabul edecekler ama, yaklaşan seçimler öncesinde halkın tepkisinden korkuyorlar.

Zürih Protokolü ve Annan Planı

Davutoğlu, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Dışişleri Bakanları toplantısına katılım maksadıyla gittiği Erivan’da, Azerbaycan’ın beşte birinin Ermenistan tarafından işgaline karşı takındığımız eski tutumu sulandırarak ve taviz vererek, ilişkileri ABD’den aldığı direktifler gereğince geliştirmek istemekteydi. Bu bir ihanettir! Böyle olmasına rağmen; Ermenistan Türkiye’den tam teslim olmasını beklemekte ve 3T’nin (Tanıma, Tazminat, Toprak) gereğini yapmasını istemektedir.

Nitekim; 2009’da imzaladıkları Zürih Protokolü ile de, 1921 tarihli Kars Antlaşması’nı yok sayan ve ülkemizin çıkarlarına ihanet eden girişimde bulunmuşlardı ama Allah’tan bu ihaneti yeterli görmeyen Ermenistan, protokolü onaylamamıştı. Bu durum, aynen Güney Kıbrıs’ın Annan Planı’nı çıkarlarına olmasına rağmen, referandumda reddetmesine benzemektedir. Her iki durumda da ihanet seviyesinde bulunan tavizler yeterli görülmemiş, tam teslimiyet istenmiştir.

Geçenlerde, değerli dostum ve büyüğüm emekli bir büyükelçiden öğreniyorum ki, bu köşeden sizlere “İhanetin Piştisi” başlıklı yazımda anlattığım Londra Büyükelçisi, meğerse bir ihanet çalışması olan Zürih Protokolü’nün hazırlık mutfağında baş aşçı olarak görev yapmış.

Gördüğünüz gibi; hiçbir şey tesadüf değil. Bu baş aşçı; Londra’da Şükrü Sever Aya’nın Ermeni Soykırımı’nın bir emperyalist yalan olduğunu ortaya koyan ve İngiliz hukukçu Geoffrey Robertsen’ın 2009’da yazdığı “Bir Ermeni Soykırımı Var mıdır?” başlıklı kitabını belgeleri ile çürüten kitabının tanıtımına, en düşük seviyeli memurunu bile göndermemişti.

Bugün 13:00’de Beşiktaş’ta Sessiz Çığlık eylemine ve 14:00’de Beşiktaş Belediyesi Kültür Merkezi’nde yapılacak Milli Merkez toplantısına katılacağım ve konuşmalar yapacağım.

Saygılar sunarım.

Loading

Sosyal Medyada Paylaşın...