Michael Rubin; 10 Ekim 2013 tarihli yazısında Yargıtay’ın Balyoz kararını acımasızca ve biraz da alaya alarak eleştiriyor, daha doğrusu yerden yere vuruyor. Yazar; “Yargının tamamen Erdoğan ve destekçilerinin elinde olduğunu, hapiste olanların politik hükümlü olduklarını, laik oldukları, din ve devletin ayrı tutulması gerektiğine inandıkları için oralara tıkıldıklarını” söylüyor.

Rubin; “Erdoğan’ın Türkiye’yi Padişah gibi yönettiğini, muhaliflerini içeriye attırdığını, polisin tamamen onun faşist birlikleri haline geldiğini” anlatıyor ve “Erdoğan, gerçekten darbecilerin liderini görmek istiyorsa ihtiyacı olan tek şeyin aynaya bakmak olduğunu” yazıyor.

Darbenin lideri Erdoğan

Yazının sonuç bölümünde ise “Erdoğan’ın sonunun Perulu lider Alberto Fujimori gibi olacağını, kaçacağı ülkenin Suudi Arabistan olacağı konusunda iddiaya bile girebileceğini, bugün Türkiye’de 1960’da ve 1980’de olduğu gibi darbe yapıldığını ve liderinin Erdoğan olduğunu” anlatıyor.

Michael Rubin’in; Washington Post, The New York Times, The Wall Street Journal, National Review ve The Weekly Standard adlı gazete ve mecmualarda Türkiye ve Ortadoğu ile ilgili yazıları yayınlanmaktadır. Ayrıca; Amerikan Girişim Enstitüsü (American Enterprise Institute) adlı kuruluşta çalışmakta, Amerikan Deniz Kuvvetleri Akademisi’nde (Naval Postgraduate School) öğretmenlik yapmakta olup, geçmiş dönemlerde ABD Savunma Bakanlığı’nda danışmanlık yapmıştır.

Yüzde 73 destek bile alır!

Micahael Rubin yazısında Erdoğan’ı benzettiği Japon asıllı Alberto Fujimori, 1990-2000 arasında Peru Devlet Başkanlığı yapmıştır. Fujimori, Peru’da iktidara gelir gelmez bankaları, stratejik sanayi tesisleri ve demir yolları dahil iğneden ipliğe her şeyi özelleştirir. Fakat bu ekonomik politikanın, yıkıcı etkileri çok büyük olur. Halk aşırı yoksullaşır, işsizlik artar ve gelir bölüşümündeki adaletsizlik feci boyutlara ulaşır.

Buna karşın Fujimori, iktidarını güçlendirmek için hükümet darbesi yapar, sandıktan ezici çoğunlukla çıkmayı iktidarının asli meşruiyeti sayar, yargısız infazlar yaptırır, hukuku siyasallaştırır, muhaliflerini içeri arttırır, yetkilerini olağanüstü derecede arttıran anayasa değişiklikleri için referandumlar yaptırır, hatta yüzde 73 destek bile alır. Ama sonunda halk ayaklanır, gösteriler başlar, muhalefet birleşir ve Fujimori baskılara dayanamayarak, bir bahane ile 13 Kasım 2000’de yurtdışına kaçar. İstifasını Japonya’dan veren Alberto Fujimori, 23 Eylül 2007’de Interpol gözetiminde önce Şili’nin başkenti Santiago’ya getirilir, daha sonra ülkesi Peru’ya iade edilir. Halen hapishanede cezasını çekmekte ve kanserle boğuşmaktadır.

Fark; ağır dinsel istismar

Erdoğan liderliğinde AKP İktidarının, 2002’den beri emperyalizmi arkasına alarak ve Cemaatin ateş desteği ile ülkemize yaptığı yadsınamaz kötülükleri düşünürsek; emin olun Fujimori masum bile sayılabilir.

Tam 3 yıldır, Türkiye’de esas darbeyi Erdoğan’ın yaptığını söylemeye çalıştık. Bu darbenin amacının karşı devrim olduğunu, bunun emperyalizm tarafından sahneye konan “Renkli Devrimler”den tek farkının ağır dinsel istismar olduğunu, bu nedenle “Gülsuyu Darbesi” olarak adlandırdığımızı yazdık, çizdik, gittiğimiz her yerde anlattık ve anlatmaya devam ediyoruz.

Yok hükmündedir!

Rubin yazısında; 2003’de yazılan darbe planının, 2007’de piyasaya çıkan MS Word sürümü ile yazılmış olması rezaletine de değinir. Biz de bu durumu; 2007 model bir araba ile 2003’de kaza yapmaya benzetmiştik. Yargımız bu aleni sahtekarlığı görmüyor veya göremiyorsa; kararı da Yüce Türk Ulusu için yok hükmündedir.

Halen; Türkiye’de nihai amacı rejim değişikliği olan karşı devrim sürecinde, Cumhuriyetimizin kurumlarına karşı “Gülsuyu Darbesi” yapılmaktadır. Darbenin içindeki din motifi, geniş halk kitlelerinin kandırılması ve uyuşturulması içindir. Balyoz, bu darbe içinde geçilmesi gereken önemli bir aşamaydı.

Bu darbeye direnmek, itiraz etmek ve engellemek için mücadele etmek; demokratlığın, yurtseverliğin ve ahlakın gereğidir.

Saygılar sunarım.

Loading

Sosyal Medyada Paylaşın...