Geçtiğimiz 18 Kasım günü Deniz Harp Okulu’nun 238’inci kuruluş yıldönümü törenlerine her mezun gibi ben de davetliydim. Okurlarım bilirler aynı gün yazdığım ‘’ Mühendishane-i Bahri-i Hümayun ‘’ başlıklı yazımda bu törenin ne olup olmadığını anlatmaya çalışmıştım.

O hafta başında Heybeliada’da yapılacak törenlere gitmeyi planlamama rağmen bir gün önce köşe yazımı kaleme alırken yaşadığım duygusallık nedeniyle olsa gerek, tören sabahı fikrimi değiştirerek aralarında Deniz Harp Okulu’ndan mezun subaylarında yargılandığı Silivri’ye gitmeye karar verdim.

Esasında bu gidişim planlı olmadığından o gün duruşmanın ve içeriğinin ne olduğunu ve kimlerle karşılaşabileceğimi de tam olarak bilmiyordum. Sadece Ergenekon duruşması olduğunu öğrendim ve benle aynı duyguları paylaşan bir arkadaşımla beraber İstanbul’dan yola çıktık. Tam 2,5 saatlik yorucu bir yolcuktan sonra duruşmanın yapıldığı yere ulaştık. Biz vardığımızda duruşmaya henüz ara verilmişti. Bizde fırsattan istifade ile mahkemenin kafeteryasında bazı tanıdıklarla sohbet edip kahve içerken bir hanımefendi bana yaklaştı ve onur duyabileceğim bazı sözler söyledikten sonra Ataman Yıldırım’ın eşi olduğunu, şu anda eşinin mahkeme salonunda bulunduğunu ve beni ona götürmek istediğini söyledi. Hemen kabul ettim ve beraberce salona doğru yürümeye başladık. Ataman Yıldırım’ı tanımıyordum. Adını bile 2009 yılında Ergenekon soruşturması nedeniyle tutuklandıktan sonra duydum. Ortak yanımız il bakışta tam 10 yıl ara ile olsa da aynı okuldan mezun olmamız ve meslektaşlığımızdı.

Silivri’de bu duruşmalara gidenler çok iyi bilirler. Duruşma başlamadan önce mahkeme heyeti gelinceye kadar tutuklu olarak yargılananlar, izleyiciler bölümünde bulunan yakınları ve arkadaşları ile takriben 8 metre mesafeden el sallayarak, uzaktan uzağa yüksek sesle konuşarak hasret gidermeye, varsa isteklerini iletmeye çalışırlar.

İşte bu ortamdaki mahkeme salonuna girdik. Eşinin bakışlarından faydalanarak Ataman Yıldırım’ı kolayca tespit ettim ve hatta göz teması da kurdum sayılabilir. Aramızda daha çok onun konuştuğu benim ise destek ve saygı ifade eden kelimeler kullanmaya çalıştığım bir diyalog geçti. Sonunda kendi yazdığı üzerini bana hitaben imzaladığı kitabını eşi aracılığı ile armağan etti.

Ataman Yıldırım Erzurumlu polis bir baba ile Makedonya’dan göç etmiş bir aileden gelen bir annenin çocuğu olarak 1950 yılında İstanbul’da dünyaya gelir. Deniz Harp Okulu’ndan 1969 yılında mezun olarak Deniz Subayı olur, 1976-1978 arasında ABD’de bilgisayar dalında yüksek lisans eğitimi alır ve 1984’de mecburi hizmetini tamamlayarak emeklilik hakkını kazanmadan yüzbaşı rütbesinde Türk Deniz Kuvvetleri‘nden ayrılır. Ataman Yıldırım 7 Ocak 2009 tarihinde ‘’ Ergenekon Silahlı Terör Örgütü ‘’ üyesi olmak suçu ile evine ve iş yerine yapılan baskın sonrasında gözaltına alınır, 11 Ocak 2009’da tutuklanır ve hala tutukluluğu devam etmektedir.

Ataman Yıldırım ‘’ Ergenekon Kazanında Kurbağa ‘’
isimli kitabında özetle; Ergenekon komplosunun Cumhuriyete karşı nasıl bir sivil darbe olduğunu, aramaya gelen polislerin içine sızmış kişilerle uydurma delillerin nasıl yerleştirildiğini, hapishanede yaşanan zulmü, niçin tutuklu olarak yargılandıklarını ve Türk Deniz Kuvvetleri’ne karşı kurulan komploda kendisinin nasıl köprü olarak kullanıldığını anlatmış. Ayrıca bu yaşananların Büyük Resim içinde nereye oturduğunu çok güzel örneklerle ifade etmiş.

Ataman Yıldırım ‘’ Amerikan CIA ajanları beni yargılıyor gibi hissettim ‘’ diyor. Ne kadar acı değil mi? Bence kitabını okuyun, neler anlatmaya çalışmış bir kulak verin ve kendi değerlendirmenizi kendiniz yapın.

Ataman Yıldırım’ın mutlu bir yuvası, iki kızı var. İkisi de okumuş hem de mühendis olmuş. Ekonomik sorunu yok. Bilgisayar şirketi var. İşleri de iyi. Aklını, zamanını ve emeğini, ‘’ Daha çok nasıl para kazanırım, şirketi nasıl büyütürüm, nasıl az vergi veririm, devleti ihalelerle nasıl dolandırırım, nasıl borçlarımı öteler alacaklarıma şahin olurum? ‘’ için kullanabilirdi. Boş zamanını futbol muhabbeti yaparak, akşamları maç ve dizi seyrederek, okey oynayarak, dedikodu yaparak özetle ‘’ Tele Vole ‘’ kültürü ile zenginleştirebilirdi. O ise duyarlı, yurtsever ve çağdaş bir insanın yaklaşımları içinde oldu. Bilgisayar Mühendisi olduğu için üniversitelerde ders verdi. ADD ( Atatürkçü Düşünce Derneği ) dahil 10’un üzerinde Sivil Toplum Kuruluşuna üye oldu ve faaliyetlerine katıldı. Siyasetle yakından ilgilendi hatta Çağdaş Türkiye Partisi’nin kuruculuğunu daha sonra genel başkanlığını yaptı. Ailesinin rızkından bir miktarı bu yollarda harcadı. Ülkesinin sorunları ile ilgili yazdı, kafa yordu ve fikir üretti.

Kurşuna dizmediklerine dua edin.

Saygılar sunarım.

Türker Ertürk

Loading

Sosyal Medyada Paylaşın...