Şehit haberleri, ardı arkası kesilmeden gelmeye devam ediyor. Güneydoğu’yu Suriyeleştirmeye çalışıyorlar. Sur, Silopi, Cizre ve şimdi de Bismil. Yarın belki başka bir ilçe! Bölgeden dışarıya göç manzaraları var. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde ise canlı bomba ve terör beklentisi mevcut!

Bunlar; Türkiye’yi rezonansa (salınım) getirerek ve genliğini artırarak, kalkışmayı ve iç savaşı tetiklemek istiyorlar. Sakın ola ki; “Biz etle tırnak gibi olmuşuz, böyle bir şey olmaz” demeyin. Boşnaklarla Arnavutları ayrı tutarsanız, yediye bölünen Yugoslavya; aynı etnik kökenden geliyordu, aynı dili konuşuyordu, farklı mezhep de olsa aynı dine inanıyorlardı. Fakat; baba Hırvat, anne Sırp, ertesi günü birbirlerini boğazladılar.

Ne Düşündükleri Önemli Değil

Diyarbakır (5 Haziran 2015), Suruç (20 Temmuz 2015), Ankara (10 Ekim 2015) ve son olarak İstanbul-Sultanahmet (12 Ocak 2016) terör saldırılarının faillerinin IŞİD olduğu açıklandı. Ama IŞİD, bu saldırıları üstlenmedi. Belli ki bu saldırılar; IŞİD’in Türkiye’de bulunan militanlarına istihbarat örgütleri tarafından taşere edilmişti. Türkiye’de, iç savaşı ve kalkışmayı başlatabilecek vuruşlardı bunlar.

Bölge halkının ne düşündüğünün, ne istediğinin veya istemediğinin emperyalizm açısından hiç mi hiç önemi yok. Onların hedefi; Türkiye’nin de dahil olduğu bölgeyi, siyasi haritası ve rejimleri de dahil olmak üzere, yeniden dizayn etmek. Esas sorunun bu olduğu konusunda teşhisiniz yoksa, başınıza gelecek felaket çok demektir.

Kürt kökenli olan, istisnasız bütün köşe yazılarımı okuduğunu ve kesip dosyaladığını söyleyen ve kendisini CHP’li bir Kemalist olarak tanımlayan Bingöllü okurumdan yaklaşık iki yıl önce bir mektup almıştım. Daha önce yayınladığım bu mektubu, halen yaşadıklarımız nedeniyle, tekrar görüşlerinize sunuyorum.

Megri Megri

“Milliyetçi ozan Ümit Ateş’in AKP’nin Kürt açılımı politikasını eleştiren; “Bir yanda megri megri, diğer yanda dombra” diye başlayan “Biz Uyardık Milleti” adlı şarkısının geçen gün gazete haberini okuyunca, eski günler film şeridi gibi önümden geçti ve bunları sizle paylaşmak istedim.

Bu Megri Megri (ağlama ağlama) türküsünü; Diyarbakırlı Kürt sanatçı Ayşe Şan 1960’lı yıllarda plak yapmıştı ve çok popüler olmuştu. Unkapanı’nda serbestçe satılıyor ve Türkiye’nin her tarafına rahatça dağıtılıyordu. Aynı yıllarda; Abdullah Papur, Hüsamettin Subaşı gibi Kürt kökenli sanatçıların da plakları serbestçe satılabiliyordu. Bunlara hiçbir engel yoktu.

Yalnız Kürtçe değil!

Kürtçe müziğe TRT’de yer verilmemesini Kürtler üzerinde yapılan büyük baskı olarak değerlendirenler de çok iyi biliyorlardı ki; o yıllarda yalnız Kürtçe değil, Boşnakça, Abhazca, Arapça, Lazca, Arnavutça ve Gürcüce gibi birçok dil için de durum aynıydı.

Yöre halkının Kürtçe dilini konuşması ve kendi diliyle kültürünü yaşatması, ABD güdümünde yapılan 12 Eylül 1980 faşist darbesi hariç, hiçbir zaman yasaklanmadı. Mahkemelerde ve devlet dairelerinde, Türkçe bilmeyenlerin ifadelerinin ve isteklerinin tercüman vasıtası ile alınmasının ve dinlenmesinin önünde hiçbir engel yoktu.

Daha sonraki yıllarda, içeriği bölücü ve devlet karşıtı söylemler içeren türküler, plaklar ve kasetler engellenince; “Kültürel faaliyetlerimiz ve dilimiz engelleniyor!” yalanı propagandası başladı. Herkes biliyordu ki; bu propagandanın arkasında, emperyalizm ve onun ülkemizdeki taşeronu bölücü örgüt ve partiler vardı. Kürt halkının yaşamsal sorunları, örgüt ve parti tarafından hiç dile getirilmiyordu. Siz bölücü partinin ağzından bölgede işsizliği azaltacak talepleri, toprak reformunu, sağlık ve eğitim yatırımlarını, kadın haklarına yönelik reform isteklerini duydunuz mu?

En Makbul Kürt!

Aksine bölücü örgüt; okulları ve sağlık ocaklarını yakar, fabrikaları sabote eder, haraç ister ve yatırımcının bölgeye girmesini engeller. Çünkü; bölge halkı eğitilirse, toprak sahibi olursa, gençler iş sahibi olup aile kurarlarsa örgüte adam bulamayacaklardır. Onlar için en makbul Kürt; eğitimsiz, işsiz ve aç Kürt’tür.

Kuzey Irak’ta ve Suriye’de Kürt olmakla, Hakkari’de, Van’da, Bingöl’de ve Diyarbakır’da Kürt olmak arasında fark vardır. Erbil’de, Zaho’da ve Süleymaniye’de bir Kürt; can güvenliği ortadan kalktığında, Bağdat’a ve Basra’ya değil, Türkiye’ye kaçmaktadır.

Ama Hakkari, Van ve Diyarbakır’da sorun yaşayan bir Kürt; Erbil veya Süleymaniye’ye değil, Ankara, İstanbul, İzmir, Mersin ve Tekirdağ’a göç etmektedir. Kürt kökenli yurttaş bilmektedir ki, Türkiye’nin her bölgesinde huzur içinde yaşayabilecektir.

Kürt’ü de, Türk’ü de!

Bugün ülkemiz; açılımlar, emperyalizmin taşeronları (AKP, HDP, PKK) ve onların kuyruğuna takılan muhalefet sayesinde, bölünme ve iç savaş sürecindedir. Emperyalizmin oyununu bozacak olan; Kürt’üyle ve Türk’üyle bu toprakların insanlarıdır.

Din ile kandırılanlarımız ve çıkarları için emperyalizme taşeronluk yapanlarımız hariç olmak üzere bu ülkenin Kürt’ü de, Türk’ü de çok iyi bilmektedir ki; 91 yıldır birbirimizi boğazlamadan barış içinde yaşadıysak, bizi bir arada tutan ortak değer Atatürk, onun ilkeleri, devrimleri, gösterdiği akıl ve bilim yoludur. Bu yolu gösterecek önderi çıkaramayan diğer bölge ülkelerinin hangi felaketleri yaşadıkları ortadadır.”

Saygılar sunarım.

Loading

Sosyal Medyada Paylaşın...