Geçtiğimiz Pazartesi yani 17 Ağustos’ta merkez üssü Gölcük olan 1999 Marmara depremi felaketinin 16. Yıldönümüydü. Her zaman yaptığımı tekrar yaptım ve tüm basınımızı taradım. Bu felaket niçin başımıza geldi konusunun can alıcı noktasını yakalayan bir değerlendirmeye rastlamadım. Binaların çürüklüğü, Türkiye’nin aktif fay hatları üzerinde olduğu, tedbir alınmadığı gibi şeyler yazılmış. Hepsi doğruda, felaketin esas nedeni neydi?

İstanbul’da özellikle zengin semtlerde harıl harıl kentsel dönüşüm projeleri gerçekleştiriliyor. Şaşkınbakkal’da, Suadiye’de, Caddebostan’da, Erenköy’de ve Bostancı gibi yerlerde sapasağlam binaları yıkıyor ve yenilerini yapıyorlar. Bu işler İstanbul’un hali vakti iyi başka yerlerinde de oluyor. Söylenen ve kitabına uydurulan deprem odaklı kentsel dönüşüm. Tabi ki, koca bir yalan. Esas amaç rantsal dönüşüm. Örneğin 500 binlik buraların mütevazı bir evi inşaat bitince 1 milyon oluyor. Ama İstanbul’un yıkılması ve yeniden yapılması gerekli binalarına yeterince rant yok diye dokunulmuyor bile!

Bunun anlamı yok mu?

Anlayacağınız muhtemel bir deprem için ülkemizde ciddi olarak bir şey yapıldığını söylemek imkansız. Yapılanlar hep göstermelik! Dostlar alışverişte görsün misali. Çünkü esas sorun beyinsel ve düşünsel!

Bir düşünün tüm dünya aynı anda 7,4 Richter şiddetinde sallansa ne olur? Japonya, Amerika, Fransa, Kanada, Avustralya ve bunun gibi ülkeler depremin yıkıcı etkisinden sanırım çok az etkilenir. Endonezya, Pakistan, Bangladeş, İran, Irak, Suudi Arabistan ve Türkiye için aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Özellikle İslam coğrafyası 7,4 Richter şiddetindeki depremin yıkıcı etkisinden çok etkilenir, değil mi? Sizce bunun bir anlamı yok mu?

Allah’ın bir gazabı mı?

1999 depremi sonrasında bir kızımızın tuttuğu ve üzerinde “7,4 yetmedi mi!” yazan tabelayı anımsıyor musunuz? Temsilcileri bugün iktidarda olan malum çevreler tarafından “Gölcükte denizciler sabahlara kadar içki içtiler, kutsal kitabın üzerinde İsrailli subaylarla birlikte dans ettiler, bu felaket bu yüzden başımıza geldi” söylentisini hatırlıyor musunuz?

Bu zihniyete göre depremler Allah’ın bir gazabı ve cezalandırmasıdır. Bu dünya görüşüne göre “İnsanlar azdığında Allah dünyayı sallamakta ve insanları çoluk çocuk, yaşlı genç, günahlı günahsız bakmadan öldürmektedir.” İlahi mesajı bu şekilde anlayan insanlara göre yağmur da Allah’ın bir mükafatı veya rahmetidir. Ama ne yazık ki, yağmur en az kutsal toraklara yağmaktadır! Aydınlanmanın gerçekleştiği, aklın ve bilimin egemen olduğu dünyada ise deprem ve yağmur bir doğa olayıdır.

En iyisi Türkiye

Dünyanın pek çok bölgesinde deprem ve tayfun gibi doğa olaylarında can ve mal kayıpları oluşur. Meydana gelen bu doğa olaylarının şiddetini, bölgelerini, orada yaşayan toplumun yapısını, neden olduğu can ve mal kayıplarının oranını analiz ettiğimizde çok dikkat çekici bir sonuç göze çarpmaktadır. Depreme maruz kalan toplum, eğer aklın ve bilimin egemen olmadığı bir toplum ise orada bu doğa olayının meydana getirdiği felaketin derecesi çok yüksek oluyor.

Japonya dünyada depremleri en şiddetli ve en yaygın şekilde yaşayan bir ülke! Böyle olmasına rağmen can ve mal kayıplarında en düşük orana sahip! Çünkü Japon toplumu depremlerin Tanrı tarafından verilen bir ceza olmadığının bilincinde.

Dünyanın nüfusu yaklaşık 7 milyar ve bunun 1,5 milyarı Müslüman. Ama Müslümanlar gerek tabi afetler sonucunda, gerekse birbirini öldürerek can kaybında dünya birincisi. Bunun nedeni tabi ki, İslam dini değil. Bunun sebebi İslam dünyasında aydınlanmanın gerçekleşmemesi, aklın ve bilimin egemen olmamasıdır. İslam dünyası içinde en iyisi Türkiye! Çünkü aydınlanma, akıl ve bilim konusunda Atatürk sayesinde ülkemiz belli bir mesafe kaydetti.

Bilim cezalandırıyor

1999 depreminde Gölcük’te yaşıyordum ve evim oradaydı. Şans eseri deprem sırasında tatil için Antalya’daydım. Yaklaşık 30 saat sonra evimin bulunduğu yere dönebildim. Daha sonra Gölcük’te Donanma Komutanlığı içinde kurulan Kriz Merkezi’nde çalıştım, hasar tespit, kurtarma ve yardım faaliyetlerini bölge bölge, gün gün, saat saat, dakika dakika yaşadım. Bu görevim sırasında gözlemlemiştim; aynı ülkenin ve aynı bölgenin içinde bile bu doğa olayından zarar görme oranı dünya görüşüne göre değişiyor. Bilim adeta onla barışık olmayanı cezalandırıyor.

Marmara depreminin tarihte daha önce yaşadığımız depremlere kıyasla Türkiye’yi daha fazla vurmasının nedeni bu bölgenin her bakımdan ülkemizin kalbi ve itici gücü olmasından kaynaklanmaktaydı. Uzun dönemde plansızlık nedeniyle tüm ekonomik değerlerimiz bu bölgeye yığılmıştı. Doğru bir deyişle yumurtalarımızı aynı sepete koymuştuk. Yediğimiz darbe bu nedenle çok büyük oldu.

Öncüler başladı!

13 yıllık AKP icraatları ve yaratılan cazibe merkezleri ile İstanbul aynı duruma sokulmaktadır. İstanbul nüfusunun kaça ulaşmasını bekliyorlar, 20’mi, 30’mu, 40’mı? Akıl yok, bilgi yok, plan yok, hesap ve kitap yok! Sanırım “Saldım çayıra Mevla’m kayıra” prensibini uyguluyorlar!

Bugün ülkemizde hızla Atatürk önderliğinde yapılan Aydınlanma devrimlerinin kazanımları yok etmektedir. Bilin ki, depremin ve felaketin büyüğü yaklaşıyor, öncüler başladı başladı bile! Daha ne bekliyorsunuz?

Saygılar sunarım.

Loading

Sosyal Medyada Paylaşın...