Bir televizyon programı sırasında tartıştığımız konunun akışı içinde “İslam dünyası kepaze durumda” demiş ve arkasını doldurmuştum. Program sonrasında malum çevrenin bazı gazete ve internet sitelerinde bana saldırdılar. Eleştirdiler demiyorum, saldırdılar diyorum! Çünkü herkes ve her fikir eleştirilebilirdi ama eleştiri yapacak bilgileri ve fikirleri yoktu, bu nedenle saldırıyı seçtiler.

Geçenlerde Ülke TV’de bir programa gözüm takıldı. Program konukları (Ali Akın, Abdülaziz Bayındır ve Yaşar Nuri Öztürk) din ve İslam hakkında derin bilgi sahibi insanlardan oluşuyordu. Tarikat şeyhlerinin cinsel sapıklıkları dahil çok şey anlattılar. Konuşmalar sırasında Ali Akın ne söyledi biliyor musunuz? “İslam dünyası kepazelik içinde, çöküntü ve perişanlık içinde, ilim ve ahlaktan uzak, en büyük yalan ve sahtekarlık İslam dünyasında!” değerlendirmesini yaptı. Ali Akın bu gerçeğin altını çizerken bunu İslam’a saldırı olsun diye yapmadı! Ama anlayabilene ve anlamak isteyene!

Geçtiğimiz 17 Ağustos’ta merkez üssü Gölcük olan 1999 Marmara depremi felaketinin 14. Yıldönümüydü. Basınımızı taradım, bu felaket niçin başımıza geldi konusunun can alıcı noktasını yakalayan bir değerlendirmeye rastlamadım. Binaların çürüklüğü, Türkiye’nin aktif fay hatları üzerinde olduğu, tedbir alınmadığı gibi şeyler yazılmış. Hepsi doğru da, felaketin esas nedeni neydi?

Değerlendirmelerimi size aktarmadan önce, deprem sonrasında Gölcük’te kurulan Kriz Merkezi’nde çalışmış, hasar tespit, kurtarma ve yardım faaliyetlerini bölge bölge, gün gün, saat saat, dakika dakika bilen birisi olduğumu bilmenizi isterim.

Allah’ın bir gazabı mı?

Deprem sonrasında bir kızımızın tuttuğu ve üzerinde “7,4 yetmedi mi!” yazan tabelasını anımsıyor musunuz? Deprem sonrası malum çevreler tarafından “Gölcükte denizciler sabahlara kadar içki içtiler, kutsal kitabın üzerinde İsrailli subaylarla birlikte dans ettiler, bu felaket bu yüzden başımıza geldi” söylentisini hatırlıyor musunuz?

Yukarıda özetlemeye çalıştığım zihniyete göre depremler Allah’ın bir gazabı ve cezalandırmasıdır. Bu dünya görüşüne göre “İnsanlar azdığında Allah dünyayı sallamakta ve insanları çoluk çocuk, yaşlı genç, günahlı günahsız bakmadan öldürmektedir.” İlahi mesajı bu şekilde anlayan insanlara göre yağmur da Allah’ın bir mükafatı veya rahmetidir. Ama ne yazık ki en az kutsal toraklara yağmaktadır! Aydınlanmanın gerçekleştiği, aklın ve bilimin egemen olduğu dünyada ise deprem ve yağmur bir doğa olayıdır.

Dünyanın pek çok bölgesinde deprem ve tayfun gibi doğa olaylarında can ve mal kayıpları oluşur. Meydana gelen bu doğa olaylarının şiddetini, bölgelerini, orada yaşayan toplumun yapısını, neden olduğu can ve mal kayıplarının oranını analiz ettiğimizde çok dikkat çekici bir sonuç göze çarpmaktadır.

Depreme maruz kalan toplum eğer aklın ve bilimin egemen olmadığı bir toplum ise orada bu doğa olayının meydana getirdiği felaketin derecesi çok yüksek oluyor.

En iyisi Türkiye

Japonya dünyada depremleri en şiddetli ve en yaygın şekilde yaşan bir ülke. Böyle olmasına rağmen can ve mal kayıplarında en düşük orana sahip! Çünkü Japon toplumu depremlerin Tanrı tarafından verilen bir ceza olmadığının bilincinde.

Dünyanın nüfusu yaklaşık 7 milyar ve bunun 1,5 milyarı Müslüman. Ama Müslümanlar gerek tabi afetler sonucunda, gerekse birbirini öldürerek can kaybında dünya birincisi. Bunun nedeni tabi ki İslam dini değil. Bunun sebebi İslam dünyasında aydınlanmanın gerçekleşmemesi, aklın ve bilimin egemen olmamasıdır. İslam dünyası içinde en iyisi Türkiye! Çünkü aydınlanma, akıl ve bilim konusunda Atatürk sayesinde ülkemiz belli bir mesafe kaydetti.

Bir doğa olayı olan tayfun veya kasırga ABD’yi vuruyor, can kaybı az oluyor ama daha az güçte olanı bile Bangladeş veya Pakistan’a uğrasa felaket yaşanıyor. Sizce bunun bir anlamı yok mu?

1999 Marmara depremi sırasında gözlemlemiştim, aynı ülkenin ve aynı bölgenin içinde bile bu doğa olayından zarar görme oranı dünya görüşüne göre değişiyor. Bilim adeta onla barışık olmayanı cezalandırıyor.

Bu bir psikolojik harekattır

Marmara depreminin tarihte daha önce yaşadığımız depremlere kıyasla Türkiye’yi daha fazla vurmasının nedeni bu bölgenin her bakımdan ülkemizin kalbi ve itici gücü olmasından kaynaklanmaktaydı. Uzun dönemde plansızlık nedeniyle tüm ekonomik değerlerimiz bu bölgeye yığılmıştı. Doğru bir deyişle yumurtalarımızı tek sepete koymuştuk. Yediğimiz darbe bu nedenle çok büyük oldu.

11 yıllık AKP icraatları ve yaratılan cazibe merkezleri ile İstanbul aynı duruma sokulmaktadır. İstanbul nüfusunun kaça ulaşmasını bekliyorlar, 20’mi, 30’mu, 40’mı? Akıl yok, bilgi yok, plan yok! Sanırım “Saldım çayıra Mevla’m kayıra” prensibini uyguluyorlar!

Diğer bir söylenti ve iddia da, Marmara depreminin suni yollarla tetiklendiği, arkasında ABD ve İsrail’in olduğudur. Bu iddiayı destekleyen bilimsel görünümlü kurgular ve veriler internet sitelerinde dolaşmaktadır. Bu bir psikolojik harekattır. Amacı insanların ve toplumların savunma mekanizmalarını bozmak, direncini kırmak ve teslim olmaya iterek tek kutuplu küresel düzenin devamını sağlamaktır.

Bugün Erdoğan liderliğinde AKP iktidarı ülkemizde hızla Atatürk önderliğinde yapılan Aydınlanma devrimlerinin kazanımlarını yok etmektedir. Bilin ki, depremin ve felaketin büyüğü yaklaşıyor!

Saygılar sunarım.

Loading

Sosyal Medyada Paylaşın...