Bakın, 4 Aralık 2010 tarihindeki “Kim, Kime, Niçin Ödül Verir?” başlıklı yazımızda ne demişiz;

“Ülkesinde muhalefete izin vermeyen, muhaliflerini yaşatmayan, hapse atan, sürgüne gönderen ve öldüren, içi sivil dolu uçağı bombaladığı için tazminat ödemek zorunda kalan, petrol gelirini halkının refahı için değil oğlunun futbol tutkusu için kullanan, Sayın Erbakan’ı Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak Libya’da misafir ederken ülkemize hakaret eden, demokrat olmayan, darbeci bir lider olduğu için, bu ödülün alınması uygun değildir. Ayrıca; insan hakları ödülünü bu dünyada verecek en son kişidir, Albay Kaddafi.”

Bize böyle şeyler söyleten, ilahi güçler değildi. Tarihsel derinliği olan bilgi birikimimiz, sorgulayıcı aklımız, etik ve ahlaki yaklaşımımız ile ulusal çıkarlarımıza odaklanmış stratejik bakış açımız, bizim bu konuda böyle bir değerlendirme yapmamıza neden olmuştur.

Ne yazık ki ben ve benim gibi düşünenlerin bu uyarıları, başta Sayın Başbakanımızın bir kulağından girmiş hiçbir etki yapmadan hatta onu sinirlendirerek öbür kulağından çıkmıştır.

Peki, şimdi 22 Şubat 2011 tarihi itibarı ile, insan hakları ödülünü veren Albay Kaddafi ve ülkesi açısından durum nedir.

42 yıldır Libya’yı demir yumrukla, faşizanca yöneten eli kanlı lider, “Artık çekil!” çağrısı yapan halkını gözünü kırpmadan katlediyor. Aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu en az 500 ölü, binlerce yaralı var.

Eğer bu olanları sürpriz olarak görüyorsanız, sizin ülkemizi yönetebilme yetisine ve bilgi birikimine sahip olmadığınızı düşünürüm. Hayır, sürpriz olarak görmüyorsanız; hangi akıl ve izan ile eli kanlı bir liderden insan hakları ödülü aldınız? Bilmediğimiz bir üçüncü yol var ise, lütfen açıklayın.

Bakınız Dışişleri Bakanımız, 3 Ocak 2011 tarihinde 3. Büyükelçiler Konferansının açılışında yaptığı konuşmada ne diyor; “Vizyon üreteceğiz, tepki vermeyeceğiz, krize karşı sadece bir çözüm arayışı içinde olmayacağız, krizleri engelleyici bir çerçeve içinde olacağız.”

Bir de güncel duruma bakalım. Libya’da 7 gün önce, Bingazi’de başlamış krizde gelinen durum; ülke kargaşa içinde, faşist lider halkın üstüne havadan da dahil olmak üzere, ateş açmaya ve bomba yağdırmaya devam ediyor. Libya’da ülkemizin çıkarları özet olarak 100’den fazla Türk şirketi, yaklaşık 15,5 milyar dolarlık yatırım ve 25 bin çalışan Türk nüfusu.

Siz böyle bir gelişmeyi Libya’da beklemiyor muydunuz?

Tunus ve Mısır’daki olaylar size bir emare vermedi mi?

Ne yaptınız bugüne kadar?

Ben cevap verebilirim, hiçbir şey yapmadınız. Bizlerle beraber televizyonlardan izlediniz. Nerede sizin vizyon, proaktif ve olayların önünde olan ve peşinden gitmeyen yaklaşımlarınız? Çok geç kaldınız. Libya’da olayların buraya geleceğini değerlendiremediniz mi? İstihbaratınız yok mu?

Sanırım bunlar sizin “sıfır sorun” yaklaşımınız gibi, ayağı yere basmayan sözlerinizdi. Daha önce de söyledim; siz pişti ve tavla oyuncususunuz. İyi el ve iyi zar gelmesini bekliyorsunuz. Ülkemizin, şansa yer vermeyen satranç oyuncularına ihtiyacı var.

Geç de olsa Mübarek’e yaptığınız tafrayı, niye Kaddafi’ye yapmıyorsunuz? Ödülün hayrına mı? Yoksa Mısır’da muhalefette bulunan Müslüman Kardeşler için bir açılım mıydı? ABD’den gelen bir telefon olabilir mi?

Bakın siz şu işe; Mısır’da 60 yıldır iktidarda olan asker en tepe yöneticisini değiştiriyor, bunun adı halk devrimi oluyor. Fakat asla tasvip etmesek de yaptığı darbeler sonrasında, çok kısa süre içinde yönetimi sivillere devrederek tekrar demokrasiye geçen, hatta uydurma darbe planları ile itibarsızlaştırılarak sindirilen ve dönüştürülmeye çalışılan ama demokrasiye bağlılığını sürdüren Türk Silahlı Kuvvetleri darbeci oluyor, öyle mi?

Bu arada; Büyük Ortadoğu Projesi’ne dahil coğrafya ülkelerinden Tunus, Mısır, Cezayir, Yemen, Fas, Libya ve Bahreyn’de meydana gelen bu olayların bir halk hareketi olduğunu ve kendi iç dinamiklerinden kaynaklandığını düşünüyor iseniz, bir gecelik rahat uyku için aklınıza ihtiyacımız olduğunu söylemek isterim.

AKP Hükümetlerinin; her uygulaması ile ülkemize onanmaz zararlar verdiği aşikar. Fakat sorun, bunun halkımıza anlatılabilmesi. Bilmem biliyor musunuz; Sayın Vural Savaş sanırım, belki de bu yüzden umutsuzluğa düşmüş ve yazılarının bir işe yaramadığını düşünerek, kalemini kırdığını ifade edip Sözcü Gazetesindeki yazılarına son vermiştir. Bence,yazmaya devam etmeli.

Ülkemizdeki insanların; nitelik bir yana, toplam öğretim süresi 4,5 yıl. Kişi başına okunan kitap sayısı ise; Japonya’da 24 iken bizde bu, tersine olarak 12 bin 89 kişiye bir kitap düşüyor. İşte bu yüzden; sorunlarımızı, sömürüyü ve dinsel istismarı anlatmak zordur ama imkansız değildir. Biraz zaman alacak. Her konuda mücadeleye devam edilmelidir.

Biliyorsunuz AKP kimlerden oy alıyor. Yeterince eğitimli ve öğretimli insanlarımızdan oy alamadıklarını onlar da biliyorlar. Eminim, bu sözlere çok kızıyorlar. Bazen eşim de beni eleştirirken ben de çok kızıyorum fakat, benim kızgınlığım eşimin gerçekleri söylemediği anlamına gelmiyor.

Sözlerime son vermeden, yazımın başlığının nedeni olan başımdan geçen bir anımı anlatarak bitirmek istiyorum.

Mesleğimden istifa etmem sonrasında, basın mensuplarından birisinin bir sorusu üzerine şöyle cevap vermiştim. “Kılıcımı bıraktım ve elime kalemimi aldım.” Esasında bu sözler; artık asker olarak değil, bir fikir insanı ve becerebilirsem bir siyaset adamı olarak mücadeleme devam edeceğimin bir ifadesiydi. Becerebilirsem diyorum, çünkü biliyorum ki bizim ülkemizde siyaset, biraz kaygan bir zemin üzerine oturmaktadır.

Bu sözlerimin ulusal basında geniş olarak yer almasından sonra, okul sıralarında kendisinden feyiz aldığım sevgili hocam beni aradı ve

“Sevgili Amiralim; esas şimdi hata yaptın. Elindeki kılıcı bırakmayacaktın, çünkü onların elinde hiçbir zaman kalem olmadı, asıl şimdi bu savaş asimetrik oldu” dedi.

Ne diyorsunuz, hocam haklı mı?

Saygılar sunarım.

Türker Ertürk

Loading

Sosyal Medyada Paylaşın...