Türkiye Cumhuriyeti; Diyarbakır, Siirt ve Batman‘da kırsal kalkınma alanında kullanılmak üzere, Birleşmiş Milletlerden 37 milyon dolar borç alır. Bu paranın 10 milyon dolarlık kısmı, bu üç ile ama özellikle Diyarbakır‘daki sivil toplum örgütlerine hibe olarak dağıtılacaktır. Uygulama sorumluluğu, Tarım Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’na (UNDP) aittir.

37 milyon dolarlık uluslararası fonun kullanımı için, AKP Hükümetinden ciddi bir baskı gelir. Projenin başına, Diyarbakır‘da oturan Nurcan Baysal isimli bir kişinin getirilmesi için, Tarım Bakanı Mehdi Eker girişimlerde bulunur. Dönemin Birleşmiş Milletler Türkiye Temsilcisi Mahmood Ayub de bu baskılara katılır. Birleşmiş Milletlerin ilgili müdürü baskıya direnir; göreve seçimle ve hakkı olanın getirilmesi gerektiği konusunda ısrar eder. Gazeteye ilan verilir, komisyonlar toplanır ve Nurcan Baysal‘ın özgeçmişi, görev için yeterli bulunmaz. Bunun üzerine gerilim daha da yükselir ve Nurcan Baysal’ı göreve seçmeyenler hakkında soruşturma başlatılır.

Bu baskılara TESEV ve SOROS gibi sivil toplum örgütlerinin yanı sıra, AKP’nin akil adamları Osman Kavala ve Etyen Mahçupyan, PKK’nın avukatları Sezgin Tanrıkulu, Meral Danış Beştaş ve Reyhan Baydemir ile Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir ekibi de katılır. Nurcan Baysal‘ın 37 milyon dolarlık Birleşmiş Milletler fonunun başına geçmesini uygun gören bu örgütler, isteklerinin yerine gelmemesi üzerine bu durumu “Kürtlere yapılan bir etnik ayrımcılık, insan hakları ihlali ve demokrasi ayıbı” olarak değerlendirerek çeşitli girişimlerde bulunurlar.

PKK, TESEV ve SOROS yan yana!

Ancak gerçek çok farklıdır; çünkü baskı altına alınan ve ayrımcılık yapmakla suçlanan seçim komisyonlarının göreve uygun bulduğu kişi de Kürt kökenli bir Türk vatandaşıdır. Yani gerçekte; ortada ne insan hakları ihlali, ne de ayrımcılık vardır. Demokrasi ve insan hakları savunucusu görünümünde olan bu örgütler; insan haklarını ve demokrasiyi bir kenara itmiş, 37 milyon dolarlık bu uluslararası fonun başına kendi istedikleri kişiyi getirme telaşına düşmüşlerdir.

Fakat, Müdür direnir. Durumu UNDP Başkanı Kemal Derviş‘e bildirir, ancak sonuç alamaz. Bunun üzerine olayı Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon‘a iletir. PKK yandaşları, TESEV ve SOROS gibi küresel güçler iş başındadır; mektuplarla, telefonlarla baskı kurmakta, “Nurcan Baysal Kürt olduğu için göreve getirilmedi, bu insan haklarına aykırıdır, demokrasiye aykırıdır, bu etnik ayrımcılıktır” diyerek kamuoyunu ve yetkilileri baskı altına alma gayreti içinde olurlar.

Komisyonların göreve uygun gördüğü kişinin de Kürt kökenli olması, dolayısıyla bu durumun kendi iddialarını “gülünç” duruma düşürüyor olması, bu örgütlerde hiçbir etki yapmaz. O Kürt makbul değildir, 37 milyon doların başına illa bu Kürt getirilmek istenmektedir. Müdürün ısrarları sonucu, Birleşmiş Milletler New York Ofisi bir soruşturma ekibi gönderir; ama gelen ekip, somut belgeleri bırakıp Diyarbakır‘daki Kürtçü örgütlerle gizli görüşmeler yapar. Ve olaya Taraf gazetesi de dahil olur, baskılara direnen müdürü gazetenin manşetlerine taşıyarak “ulusalcı” olmakla suçlar, hedef gösterir. İşin içine devletin ilgili kurumları da girer; bunlara Ergenekon savcıları da dahildir!

TR-705’in dosyası var

Bu hikayeyi nefesinizi kesilerek, ülkemizin düştüğü bu duruma üzülerek ve yazıklar olsun diyerek okuyacaksınız. Bu hikayede “Ulusalcı” olmakla suçlanan, “Kürtlere yapılan etnik ayrımcılık”, “insan hakları ihlali”, “demokrasi ayıbı” suçlamalarına muhatap olan Bartu Soral’dır. Çünkü Soral, hikâyenin en can alıcı pozisyonu olan Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Program Müdürlüğü görevini yürütmektedir, bu olayların cereyan ettiği sırada.

Yukarıda özetlemeye çalıştığım Bartu Soral’ın kitabı, Şubat sonunda okuyucularla buluşacak. Daha adı bile belirlenmemiş. Dostum olması nedeniyle, taslak halinde iken okuyabilme ayrıcalığına eriştim. Huzurlarınızda kendisine teşekkür ediyorum.

Bartu Soral, kitabında sadece uluslararası örgütlerin fonları nerelere gidiyor, nasıl kullanılıyor, kimler bu işlere bulaşıyor gibi sorulara cevap vermiyor, aynı zamanda yıllardır tırmanmaya devam eden ülkemizdeki gerilimin gerçek kaynağını ve aktörleri belgeleri ile deşifre ediyor.

Kürtçülük yapan, mevcut iktidarın yarattığı ortamı kullanarak oraya buraya saldıran kişi ve kuruluşların esas amaçlarının Kürt kökenli vatandaşlarımızın sorunlarına çözüm bulmak değil, kendi kişisel çıkarlarını korumak olduğunu tek tek kanıtlanıyor. Kitapta ayrıca; namı diğer TR-705 kod adlı Sezgin Tanrıkulu ile ilgili olarak ilginizi çekeceğini umduğum bir dosya da mevcut.

Saygılar sunarım.

Loading

Sosyal Medyada Paylaşın...