Çünkü 28 Şubat;  emperyalizme bir taş ile iki kuş vurma imkanını verdi. Nasıl mı verdi? Gelin, beraberce tarihi süreç içerisinde inceleyelim ve analiz edelim;

Soğuk savaş döneminde; dış dinamiklerin teşviki ile sürdürülen, komünizme karşı toplumu daha fazla dindarlaştırma ve İslamileştirme çabaları, 12 Eylül 1980 darbesi ve sonrasında yapılanların etkisi, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması ve soğuk savaşın bitmesi nedenleriyle, 1990’lı yıllarda sağ partiler güçlenmiş, sol ise küçülmüştür. Özellikle 1969 yılında siyasi hayatımıza giren Milli Görüşün temsilci olan Refah Partisi, 1995 genel seçimlerinde birinci parti konumuna gelmiş ve 28 Haziran 1996 yılında Sayın Necmettin Erbakan liderliğinde REFAH-YOL Hükümeti kurulmuştur.

Esasında bu durum; emperyalizmin uzun süredir planladığı ve beklediği bir sonuçtu: Çok da güzel olmuş; Siyasi İslam, demokratik görünümle iktidara gelmişti. Fakat bir sorun vardı. Bu; emperyalizmin istediği, projelerinde tarif ettiği Siyasi İslam değildi.

Peki, emperyalizmin ihtiyaç duyduğu, nasıl bir İslam’dı?

Bu sorunun cevabı; Ilımlı İslam’dır. Bu adlandırma bile, kutsal dinimiz İslam’ı anlamamanın, küçümsemenin bir ifadesidir.

Neydi Ilımlı İslam?

Okyanus ötesinde düşünce kuruluşlarında geliştirilen, yönetimleri tarafından desteklenen, yeşil kuşak projesindekinin revize edilmiş şekli olan, kendi ifadeleri ile modernist, Protestan İslam yorumudur.

Bu tarif, açık kaynaklarda söylenen şekliydi. Gerçekte ifade edilemeyen şekli ise;

Erkekliği alınmış, dişleri sökülmüş, batı terbiyesinden geçirilmiş, kendilerine tehdit olabilme imkanını kaybetmiş, üretemeyen ancak verilen görevleri yerine getiren, kaynaklarının üzerine oturulan ve sömürülen geniş halk kitlelerinin kutsal duyguları istismar edilerek yönetilen ve yönlendirilebilen, birbirine düşen ve düşürülen, birbirini yiyerek daima kavga eden ve emperyalizmin hakemliği ile arabuluculuğuna daima ihtiyaç duyan, bu dünyada alamadığı refah payını öbür dünyada alacağı öğretisi pompalanan İslam’a Ilımlı İslam denir.

Gelelim tekrar 8 Temmuz 1996 tarihinde de güvenoyu alan Sayın Erbakan liderliğindeki REFAHYOL hükümetine, gelişmeler özetle şu şekilde;

  • Irak’la ticaret anlaşması, İran’la doğal gaz anlaşması, Pakistan, Singapur, Malezya, Endonezya, Mısır ve olaylı Libya ziyaretleri ve bu ziyaretleri sırasındaki girişimleri,
  • YAŞ kararları ile TSK’dan ilişiği kesilenlerin Refahlı Belediyelerde işe girmesi,
  • Başbakanlık konutunda tarikat ve cemaat liderlerine iftar yemeği verilmesi,
  • Taksim ve Çankaya’ya cami yapılması ve Ayasofya’yı ibadete açma tartışmaları,
  • Medyada yoğun olarak din, laiklik, türban, irtica ve kadrolaşma tartışmaları,
  • Sultanbeyli’de Atatürk heykeli yapılması gerilimi,
  • Kayseri Belediye Başkanının 10 Kasım törenlerine içinin kan ağlayarak katıldığını açıklaması,
  • Sincan Belediyesi “Kudüs Gecesi” krizi,
  • Genel Kurmay ve hükümet arasında sınır ötesi harekât ödeneği problemi,
  • Susurluk ve Adalet Bakanının mum söndü oynuyorlar krizi ve daha başkaları.

Yukarda özetle bahsedilen gelişmelerin iki önemli sonucu veya iki önemli mesajı vardı.

Birinci mesaj dışarıyaydı;

Evet, Sayın Erbakan liderliğindeki Milli Görüş emperyalizmle işbirliği yapmıyordu, hatta faaliyetleri ile bölgedeki hayati çıkarlarına zarar verecek girişimler peşindeydi.

İkinci mesaj içeriyeydi;

Sayın Erbakan; icraatları ile ülkede siyasi İslam’ı egemen kılma peşinde koştuğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu felsefesini yok etmeye dönük davranışlar içinde olduğu algısını yaratmıştı.

Esasında emperyalizmin, Türkiye’de laikliğin sekteye uğraması konusunda bir endişesi yoktu. Hatta; kurucu felsefesi ve laik sistemi ile Türkiye Cumhuriyeti, Ilımlı İslam ve Büyük Ortadoğu Projesi için bir engeldi.

Fakat birincil tehdit; halen iktidarda bulunan, işbirlikçiliğe yanaşmayan, Sayın Erbakan liderliğindeki “Milli Görüş”tü. Emperyalizm, şöyle bir hareket tarzına karar verdi: Öncelikle mevcut durumdan istifade ile, laiklik konusunda hassas olan çevreler istismar edilecek, yapılacak bir darbe ile hükümet alaşağı edilecek, daha sonra Milli Görüş dönüştürülecek ve uygun zamanda Büyük Ortadoğu Projesi ile eşgüdümlü olarak tekrar iktidara getirilecektir.

Gerçi Milli Görüş içinde, emperyalizm ile uyumlu çalışılmasını isteyen ve batıda eğitim görmüş istekli gençler vardı. Fakat o zamanki durum ve Sayın Erbakan’ın karizmatik kişiliği, buna imkan vermiyordu.

Tekrar anımsayalım; 28 Şubat 1997’de yapılan Milli Güvenlik Kurulu sonucu açıklanan kararlarla başlayan, irticaya karşı bir dizi önlemler içeren ve hükümeti iktidardan uzaklaştıran bu girişim; Darbe midir, post modern bir darbe midir, yoksa Ordu-Hükümet gerilimi midir? Değerlendirmenize muhtaçtır.

Ayrıca; hükümeti iktidardan uzaklaştıran bu girişimin tam teşekküllü bir darbeye dönüşmemesinde, zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’in büyük katkısı olmasına rağmen, şu da bilinmelidir ki; okyanus ötesinden operasyonun bu safhada kalması, daha ileriye giderek kendileri açısından kontrol dışı bir gelişmeye neden olabileceği endişesiyle istenmiştir.

Bu gelişmelerin oluşmasında Refah Partisi’nin günahı yok muydu?

  • Hassasiyeti bulunan çevrelerde ve kurumlarda sistem içinde kaldığı ve kalacağı algısını yaratamadı,
  • Cumhuriyetin kuruluş felsefesi ile barışık olduğu izlenimi veremedi,
  • Demokrat olduğunu eylemleri ile gösteremedi.

Şimdi kendimize tekrar soralım, 28 Şubat hata mıydı?

28 Şubat, yapanlar açısından anti-demokratik bir girişim de olsa, iyi niyetliydi. Fakat sonuçları itibarıyla;

  • Demokrasimizin (yarım yamalak da olsa) zarar görmesi ve ülkemiz açısından istenmeyen gelişmelerin doğması,
  • Antiemperyalist ve işbirlikçi olmayan Milli Görüşün dönüşmesi,
  • Çıkarılan gömlek Milli Görüş gömleği değildi, bu gömlek antiemperyalist olma ve işbirlikçi olmama gömleğiydi. Milli Görüşün arkasındaki insanlarda travma yaratarak, Cumhuriyetimizin kurumlarını düşman gibi gören ruh haline sahip olmalarına sebep olunması,
  • İrticaya karşı yapıldığı ifade edilmesine rağmen, halen irticai olarak değerlendirilebilecek girişimlerin devam etmesi, hatta iktidardaki partinin bile mahkeme kararı ile irticadan hüküm giymesi nedenleri ile 28 Şubat hataydı.

Sabredilmeliydi. Beğenmesek de, yetersiz bulsak da, kör topal da olsa;  demokrasimize sahip çıkmalıydık, şimdi de çıkmalıyız.

Demokrasimiz için doğan tehlikeleri, darbelerle asla engelleyemeyiz. Darbeler yaparak; birbirimize düşeriz, travmalı insanlar ve gruplar yaratırız ama kazanan biz olmayız. Kazananlar; ülkemizin dışında yaşayanlar olur, emperyalizm olur.

2011’in bizlere, ailelerimize, ülkemize ve tüm insanlığa barış, mutluluk ve refah getirmesi dileklerimle,

Saygılar sunarım.

Loading

Sosyal Medyada Paylaşın...