29 Ekim’in işgalci ve faşizan uygulamasından vaz geçilmişti. Bu sefer İstanbul‘dan ve Anadolu‘nun her köşesinden toplu olarak yola çıkan yüreği va­tan ve Cumhuriyet sevgisi ile dolu insanlar elle­rinde Al Bayrakları, Gazinin resimleri ve varsa mensup oldukları demokratik kitle örgütünün fla­maları olduğu halde Başkente aktılar.

Bu sefer Ankara‘ya çıkan yollar açıktı. Yasak­lamaya ve engellemeye güçleri yetmedi! Bu sefer sıkardı biraz! Ankara‘ya yolları açan halktı. Artık 29 Ekim de cin şişeden çıkmıştı ve tekrar onu şi­şeye sokmak imkânsızdı!

Yolları açan, barikatları aşan, gaz saldırısından kaçmayan ve sel olup meydanlara taşan halk, Cumhuriyete, Milli değerlerine, Atatürk e, Türk Ulusal kimliğine, Türk Devrimlerine ve onun kazanımlarına her ne pahasına olursa olsun sahip çıkma kararlılığındaydı. Şişeden çıkan cin buydu!

10 Kasım sabahı saat 07.15′de Tandoğan Meydanı’ndaydım. Erken gittim çünkü daha fazla insan ile temas etmek ve meydanda yavaş yavaş toplanan halkın duygularını ve tansiyonunu iyi analiz etmek istiyordum. Ayrıca yüzbinlerin hatta milyonların bir araya geleceği bu meydanda kötü niyetli girişimlere ve provokasyona karşı ne ön­lem alınmıştı onu görmek istemiştim.

İç çamaşırlarıma kadar ıslandım

Hava soğuk ve çok yağmurluydu. Sanırım bu hava şartları bilindiğinden katılımın az olacağı tah­min edilmişti. Yine yanıldılar! Saat 08.30′da Tan­doğan Meydanı iğne atsanız yere düşmeyecek gi­biydi. O kadar hazırlıksızdılar ki trafiğin kesilmesi bile düşünülmemişti.

Saat daha 9 olmadan ayıptır söylemesi iç ça­maşırlarıma kadar ıslanmıştım bile! Bu durum yal­nızca benim için geçerli değildi. Saat 09.05′de saygı duruşu başladığında etrafımda görebildiğim herkes şiddetli yağan yağmur altında şemsiyeleri­ni kapadı, kimisi ağlayarak, kimisi gözlerinden yaş süzülerek kimisi de duygularına gem vurarak bu yoğun duygu bütünlüğüne içtenlikle katıldı.

Bu kadar kötü hava şartları olmasına rağmen 10 Kasım a halkın gösterdiği teveccüh yaklaşık 2 milyon yurtseverin katıldığı 29 Ekim kutlamalarını sayısal olarak açık ara katladı diyebiliriz.

Böyle bir havada insanlara 100′er ABD doları verseniz, yanında bir günlük kumanya ve Ankara dışından gelenlerin yol paralarını karşılayıp hepsi­nin faturalarını TOKİ‘ye iş yapan müteahhitlere ödetseniz bile gerçekten bu kalabalıkları bir araya getiremezsiniz.

İnsanlar Gaziantep’ten, Adana‘dan, Antal­ya‘dan, İzmir den, İstanbul‘dan, Samsun’dan, Trabzon‘dan, Kars‘tan ve diğer illerden geldiler. Sabahın köründe insanları Ankara‘ya, Tandoğan’a getiren ve Anıtkabir‘e yürüten güç neydi?

Analarının, babalarının ve atalarının, yaşadıkları kent dışında bulunan mezarlarını, başta ekono­mik zorluklar olmak üzere çeşitli nedenlerle yılda bir kere olsun bile ziyaret edemeyen insanlar nasıl olurda şahsen hiç tanımadıkları Atatürk‘ün ebedi istirahatgahı olan Anıtkabir‘e koşa koşa geliyor­lardı. Hem de devletle çatışmayı da göze alarak! AKP Hükümeti bu duyguyu analiz etmek ve aklı­nı başına devşirmek zorundadır!

Gerek 29 Ekim‘de gerekse 10 Kasım da bir araya gelen bu kalabalıklar AKP Hükümetine ve Erdoğan‘a karşı olumsuz düşünce ve duygulara sahipti. Bu bir kışkırtmanın sonucudur arka planı yoktur diyebilir misiniz?

Anıtkabir’e doğru yürüyüşe geçtiğimiz zamana kadar yaklaşık 2,5 saat Tandoğan Meydanı‘ndaydım ve etrafı iyice inceledim. AKP yönetiminde devlet mekanizması burada toplanan ve sayıları milyonlara ulaşan halkın güvenliği için hiçbir ted­bir almamıştı.

Allah belalarını versin!

Tandoğan Meydanı en azından bir gece önce­sinde bomba aramasına tabi tutulmamıştı. Mey­danda bomba ve patlayıcı maddeler için potansi­yel zula mevkileri olabilecek araçlar park halindey­di. Uygar ülkelerde geniş halk kitlelerinin toplana­cağı alanlarda bir gün öncesinden itibaren araç parkına müsaade edilmez. Çatılar bomboştu! Hâlbuki buralara halkı korumak içim keskin nişancılar ve gözetleyiciler yerleştirilmeliydi. Sadece helikop­terle zaman zaman “bunların gücü ne kadar?” bağlamında kötü niyetli keşifler yapılmaktaydı.

Halkın güvenliği için hiçbir şey yapmama ola­rak özetlenebilecek “Saldım çayıra mevlam kayı­ra” yaklaşımı bile iyi niyetli sayılırdı, 29 Ekim ve 10 Kasım da kasten alınmayan ve düşmanca ted­birleri görünce. Yoksa “azdılar Allah belalarını versin” yaklaşımı mı egemendi AKP yönetiminde­ki devlette!

Sormak isteriz; Ankara Valisi Alaaddin Yüksel başkanlığında Ekim ve Kasım ayı başlarında yapı­lan emniyet ve asayiş toplantılarında 29 Ekim ve 10 Kasım da halkın güvenliğini sağlamak için ne tedbirler alınması planlandı? Planlandı da uygulan­masını Başbakan mı engelledi?

29 Ekim ve 10 Kasım‘da Erdoğan liderliğinde AKP Hükümeti meydanlarda toplanan halkın gü­venliğini yok saymış, tedbir almamış ve buradaki topluluklara düşmanca yaklaşmıştır. Bu bir suçtur ve mükerrer (Birbiri üzerine iki veya daha fazla vuku bulmuş) olarak işlenmiştir. Mutlaka yargılan­mayı gerektirmektedir!

10 yıllık AKP iktidarında Ulusal değerlerimize karşı gittikçe artan ve dayanılmaz boyutlara ulaşan düşmanlık karşısında artık halkın köşeye sıkışacağı yer kalmamıştır. Yapılması gereken, korkuyu ye­nip köşeden çıkmak, saldırıyı cepheden karşılaya­rak yarma harekatı yapmak ve karanlığı aşarak aydınlığa ulaşmaktır.

29 Ekim ve 10 Kasım bunun habercisidir!

Saygılar sunarım.

Türker Ertürk

Loading

Sosyal Medyada Paylaşın...